25 yıl sonra
Türkiye darbeler tarihinin en sert ve acımasız darbesi, büyük acıların ardından geldi. Geldiğinde, sokakta yürürken, otobüs beklerken, kahvede okey oynarken ya da evinden işine giderken öldürülme korkusu yaşayanlar derin bir nefes aldı. 1975'ten itibaren tırmanan ve suikastler, katliamlar, çatışmalar sonucunda 5000 cana mal olan kent odaklı iç savaş bitmişti. İç savaşın bitmesinden rahatlayanlar bu nedenle 12 Eylül rejiminin ürünü tarifsiz acılar karşısında duyarsız kaldı. Onca işkencenin, devletin topluma reva gördüğü cezanın ağırlığını görmezden geldiler. Uygulanan oransız zulmün, yoldan çıkmışları şiddetle yola getirme iradesinin o günkü bedeli de, uzun vadedeki faturası da onları ilgilendirmedi. Yıllar içinde 19751980 arasında yaşanan her şeyin toplumun başıbozukluğundan kaynaklanmadığı ortaya çıktı. Provokasyonların varlığı, derin devletin karmaşa ortamının yaratılmasındaki rolü belirginleşti. Sivil idareye itaatsizlik ve ihanet edildiği, silahlı kuvvetlerin çok önceden darbeye karar verip şartlarının oluşmasını beklemiş olduğu anlaşıldı. Bu toplum kendisine o felaketi yaşatan siyasilerden de hesap sormayıp onlara yeniden ikbal kapılarını açtı. Onlar da siyasete döner dönmez sözünü verdikleri hesap sorma işini yapmayıp kendilerini devirenlerle siyaset oyunu oynadı.
Artan önemin bir bedeli... 12 Eylül rejimi Latin Amerikan darbelerinin kurduğu ulusal güvenlik/bürokratik otoriter rejimlerin bir benzeriydi. Meşruiyetinin bir kısmını huzur ve istikrar getirmesinden aldı. Ancak gerçekleşmesinde dönemin uluslararası konjonktürünün de etkisi vardır. 1979'daki İran devrimi ve Afganistan'ın Sovyetler Birliği tarafından işgali Soğuk Savaşı şiddetlendirdi. Bu ortamda Türkiye'nin jeopolitik önemi arttı. Türkiye, Kıbrıs sonrası ambargoyla cezalandırılabilen bir ülke olmaktan çıkıp, ABD politikası açısından en kilit ülkelerden biri haline geldi. Tabii ABD'nin yakın ilgisine mazhar olarak, stratejik önemi artırmanın bir bedeli de oldu. 12 Eylül yönetimi, Ecevit ve Demirel hükümetlerinin büyük baskılara rağmen direndikleri kararı aldı. Türkiye'nin yüksek çıkarlarını gözetmeden, Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanadına koşulsuz dönüşünü onayladı.
Eğitime de "darbe" oldu 12 Eylül'ün içeride yaptıkları daha az vahim değildi. 12 Eylülcüler sosyal bilimleri hiçe sayan bir toplumsal mühendisliğe girişti. 1970'lerde zıvanadan çıktığına inandıkları toplumu disiplin altına sokmak istediler. Meşruiyetlerini artırabilmek için toplumu muhafazakarlaştıracak adımlar attılar. İtaati yücelttiler. Eğitim sistemi faşizan bir anlayış ve müfredatla tasarlandı, üniversiteler ideoloji üretme kurumlarına çevrilmek istendi. Türkİslam sentezinin dayatılması, dini itaatkar bir toplumun mayası haline getirme arzusunun sonucuydu. Bu uğurda Vehabi ideolojik yayılmacılığının aracı Rabıta örgütüyle bile işbirliğine gidildi. Kürt meselesinin bir terör ateşini beslemesine yol açacak hemen her şey yapıldı. 12 Eylül'ün projesi son tahlilde çelişkiyle de maluldü. Türkiye kapitalizmi o dönemde dünya ekonomisine entegre olur, ekonomi serbestleşirken; toplum dışa açıldı. Küreselleşme dönemi geldiğindeyse iletişim patlamasıyla dünyaya daha da yakınlaştı. Soğuk Savaş hiç bitmeyecekmişgibi, kutsal devlet anlayışı etrafında şekillenen otoriter bir zihniyetin bu yeni toplumsal talepleri karşılaması, bu yeni dünyada Türkiye'yi başarılı kılması ise mümkün değildi. 12 Eylül'ün kısa vadede sağladığı huzurun bedeli bu kadar ağır olmalı mıydı?
|