Köşe yazısı ve yazarı...
Lisede okurken mesleki düşlerim arasında gazeteciliğin yeri yoktu, o yıllarda ilk şiirlerim İzmir'de yayınlanan Yeni Asır, Ege Ekspres, Sabah Postası gibi gazetelerde çıktığı için mutfaklarını görsem de... Öğretmen olmak için geldiğim İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde okurken, 1967 yılında bir tesadüf sonucu kendimi Yeni İstanbul gazetesinde musahhih (düzeltmen) olarak buldum. O yıllarda şimdinin bilgisayarı gibi, Osmanlıca eski yazı bilmek, düzeltmenlik için bir ayrıcalıktı. Çünkü Ulunay, Burhan Felek, Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu, Mithat Sertoğlu gibi kimi eski kuşak yazarları, Latin alfabesi yanında eski yazıyı da kullanıyordu. Yeni İstanbul, 1950-1960 arasında Habib Edip Törehan'ın çıkardığı bir gazete idi. Bütün gazeteler Cağaloğlu'nda çıkarken onun idare yeri Şişhane'de, Beyoğlu Kaymakamlığı'nın karşı köşesinde idi. Kendisini öteki gazetelerden ayıran bir özelliği de mavi başlıkla çıkmasıydı. Eskiler, matbaasının temizliğini anlatırken "Bal dök, yala" derlerdi. Törehan, 27 Mayıs'tan sonra gazetesini satıyor ve Babıali'den çekiliyor. Milliyetçi-muhafazakar bir çizgi sürdüren gazetede bir süre Ali Fuat Başgil başyazarlık yapıyor. Sonraları Kemal Uzan'ın aldığı gazeteyi, benim işe başladığım günlerde, kardeşi olduğu söylenen Dr. Yavuz Uzan yönetiyordu. Yeni İstanbul, Babıali tarihinde belki de en büyük ve en çok gazeteci transferinin yapıldığı bir gazete idi. O yıllarda Babıali'nin içini boşalttığı söylenir. Ünlü-ünsüz, yolu Babıali'ye düşen hemen her gazetecinin yolu Yeni İstanbul mecrasından geçmiştir denebilir. Nizamettin Nazif de Yeni İstanbul'da tanıdığım, oldukça ilginç gazetecilerden biriydi. Yaşamı, efsaneler ile örülüydü. 1930'lu yıllarda yazdığı ve o yılların best-selleri sayılan "Kara Davud" romanıyla övünür, 17 kez evlendiği söylenirdi. Makalesinde bir sözcük yanlış çıkmışsa düzeltmenlerin odasına gelerek, "Kim gene benim yazının ırzına geçti" diye gürler, saman alevini andıran kızgınlığının ardından çaycıyı çağırarak "Bugün, bu çocuklar ne içerse hepsini bana yaz" der ve neşeyle odadan çıkardı.
OKUR ESKİ OKUR DEĞİL Nizamettin Nazif, İkinci Dünya Savaşı yıllarında, sanırım Cumhuriyet'in muhabiridir. Almanlar, Yunanistan'a girmiştir. Nazif Bey rakısını, mezesini alarak Büyükada'ya yerleşir.15- 20 gün ortalıkta görünmez, ama kulağı radyodadır. Akşamları radyoyu dinleyecek, ertesi gün de "Nizamettin Nazif, cepheden, savaş alanından bildiriyor" diye haberini yazacaktır. Kendi adına gazeteler de çıkarmıştır. Yine böyle gazete çıkardığı bir gün, sermürettip ikide bir gelerek "Beyefendi başyazınız nerede?" diye sormaya başlar. Sıkılan Nizamettin Nazif, birden "Kapattım ulan gazeteyi, yazı da yazmıyorum" der ve gerçekten de kapatır gazetesini. Bütün bunlar şimdi neden ve niçin düştü aklımın ambarına? Son günlerde medyada yine transferler konuşuluyor, köşe yazarlarının konumu sorgulanıyor. Çetin Altan'ın o yılların transfer furyasında bir sözü vardı ki, sanırım bugün de geçerliliğini korumaktadır: "Babıali kırk odalı bir konaktır, bir odadan çıkar bir başkasına girersin." Gazetecilik de Nizamettin Naziflerin radyo başında haber uydurma günlerinden bilgi ve belgesayarlı günlere geldi. Mehmet Barlas'ın da sık sık vurguladığı gibi, bu iletişim çağında, internet kullanıcılarının da çoğalmasıyla haber kuş misali anında dünyayı dolaşmakta. Diyeceğim, okur da artık eski okur değil, bu bilgi ve belge çağında o da, neredeyse gazetede okuduğu bir yazar kadar donanımlı. İki yıl kadar yönettiğim "SABAH Posta Kutusu" na gelen okur mektuplarından bunun yakından tanığıyım. Çetin Altan'dan o yıllarda, mealen bir altın nasihat daha: "Bir yazar, okurunun bilgisi ve görgüsü altına düşmüşse, onun düşünce düzeyinden düşük yazılar yazıyorsa, artık bitmiştir; okunmaz olur." Köşe yazılarının işlevini, köşe yazarlarını konumunu bir de bu açıdan düşünmek gerekmez mi?
|