|
|
Kadına kafes arkası layık görüldü
Siyasi yazıları, hikayeleri ve romanlarıyla İslami kesimin en çok okunan yazarlarından Cihan Aktaş kasıtlı dışlama olmasa da AKP'li birçok kadının başörtüsü nedeniyle geri planda kaldığını söylüyor.
Cihan Aktaş'ın 'Bacı'dan Bayan'a isimli kitabının önemli bir bölümü aslında bir ütopyanın kırılmasının hayal kırıklıklarını anlamaya çalışıyor. Türban sorununun yine gündeme geldiği günümüzde türbanlı kadının kamusal serüvenini okuma açısından Aktaş'ın kitabı önemini koruyor.
* "Bacı'dan Bayan"a isimli kitabınızı İslami kesime içerden bir eleştiri kabul edebilir miyiz? Tam olarak öyle sayılmaz, çünkü, yürüttüğüm eleştiri aynı zamanda Bacı'yı yan, hatta düşük nitelikli hizmetlerle sınırlayan kamusal alan politikalarını da kapsıyor. Kimileri din adına, kimileri de laiklik adına başörtülü kadınlara kafes arkasını layık gördüler. Oysa bu süreç aynı zamanda dindar kadınların bireyleşme süreciydi. Oysa, başörtüsü 'türban'laştırılarak, siyasal bir akımın sembolü sayılarak yasaklanmaya devam edilsin isteniyor. Bütün başörtülüleri tek kişiye indirgeyen çok kaba, çok yüzeysel bir bakış bu; oryantalist bile olamayan bir bakış.
* Türbanlı kadının kamusal alan serüveninde bacı sıfatının karşılığı ne? Bacı sıfatı Müslüman kadınların kamusal alandaki görünürlüğünü meşrulaştırmanın bir imkanı oldu. Ancak bu alanda ilişkiler her zaman sakar, içtenlikten yoksun ve kırılgan. Çünkü insanlar oldukları gibi görünmek isteseler bile buna imkan yok. Kamusal alanda var olmak yukarıdan dayatılan modern ve sosyal kadın modeline ilişkin kalıplara ne ölçüde uyduğunuza bağlı olarak mümkün. Bacı, bir kardeşlik dileği, aynı zamanda, kadının salt cinsel algılarla kabul görmeme temennisi. Başka türlü bir yaklaşımla da 'bacı', feodal törelerin kurbanı. Namus ve iffetin taşıyıcısı olmakla mükellef, bu açıdan kuşku duyulması durumunda feda edilebilir bir eklenti.
* Her tanımlama bir tür sınırlamadır aynı zamanda. Erkeklerin önüne böyle bir sıfat gelmezken kadınların bu tanımlamayla İslami kesimdeki erkekler tarafından, türbanla da egemen söylem tarafından kıskaca alındıkları söylenebilir galiba? Bir açıdan söyledikleriniz doğru, çünkü, dindarlaşırken bacı sıfatıyla adlandırılan kadın, giderek paranteze alınan, giderek başörtülü annelerinden ninelerinden ayrı tutularak marjinal sayılan bir kesime dönüştü. Bacı, cemaat ilişkilerine, özel alana, aile hayatına iliştirilirken, kamusal alandaki etkinliklerin 'öteki' kadınlarla sürdürülmesi ve bacıyı ilgilendiren konularda bile sözcülüğü 'öteki' kadınların üstlenmesi bir paradoks.
* Bacı için "Aşkı yaşamadan mı yaşlanacak?" diye soruyorsunuz. Aşk ıskalandı mı? Aşkın yaşanmasıyla ilgili puriten yargılarda bir benzerlik var ama islami kesimde bir de dünyevi-ilahi aşk ayrılığı vardı, hala da vardır. Sanat ve estetik gibi aşkın enerjisi de ilahi bir yönü olan davaya hasredilmeliydi. Ama aşk engellenebildi anlamına gelmiyor bu. Yine de gizlemeler saklamalar, bu nedenle suçlamalar yaşandı diyebiliriz.
* Peki sizce "Bacı"dan "Bayan"a nasıl geçildi? Refahlı belediyeler tecrübesi sırasında cemaat karakterli faaliyetlerini ve bütünüyle varoluşunu sessiz bir kahraman olarak, Allah rızası adına sürdüren 'bacılar', kamusal alan faaliyetleri açısından yetersiz görülerek geri planlara itildiler. Bunun somut sonuçları bugün AKP iktidarı sırasında başörtülü kadınların tuttuğu yer üzerinden okunabilir. Bacı'ya yönelik koruma niyetli ihmallerin hatta horgörülü tavırların, paranteze alarak unutmaların, kimliği açığa vuran bir görüntü olarak saklamaların sonucunda, Bacı'nın da kendini 'bayan'laştırmaya başladığını söylemek mümkün.
* AKP iktidarı da Bacı'ları dışladı mı? Kasıtlı bir dışlama yok belki ama sırf başörtüsü nedeniyle geri planda kalan çok yetenekli partili kadınların varlığı da bir gerçek.
* "Bayan sıfatı kötü bir durum mu? Kollektif bilinçten bir kendi olma durumuna doğru bir itici güç taşımıyor mu içinde? İnsanın kendiliğine ilişkin yolculuğunun unvanlarla çok fazla ilgili olduğu kanısında değilim, tersine, belirttiğim gibi, bu hazır ve emek verilmemiş unvanlar, kendimize dönük yolculuklara zarar bile verebilir. İnsan nerede olursa olsun aidiyet ya da kimlik adına sürünün içinde kaybolmamalı.
* "Davanın delileri ve (delilleri) on yıl içinde bir uçtan öteki uca nasıl böyle savrulabilir?" "Yanlışlık nerede?" diye soruyorsunuz. Nedir bu soruların yanıtları? Ütopya ile ideoloji arasındaki bütün gerilimler bir hayal kırıklığı payıyla birlikte gerçekleşir. Bir ara dönem kuşağı benim kitapta ele aldığım kuşak, dolayısıyla da savrulmalar yaşaması kaçınılmazdı gibi görünüyor şimdi. Ancak ilahi adalete inanıyorsanız, dünyevi bir ödül ya da başarı ölçüsüyle kendinizi sınırlamamalısınız.
Metin SEVER
|