O devletin elindeydi!
Devletin elinde "çok önemli" biri var(dı). Bir dönemin aydınlatılması açısından bir "VIP"! Adam kaçırma ve öldürme sanığı olarak aranırken, hakkında gıyabi tutuklamalar çıkmışken... O, tehdit ve haraç çetesi iddiasıyla yakalan(mıştı). Yıllardır bulunamayan "karanlık bir adam" ı, İstanbul polisi, tehditle para istenen DEHAP Bağcılar İlçe Başkanı'nın şikayeti üzerine yakala(mıştı) ve elde idi. Bakalım ne olacaktı?
Bakalım ne olacaktı, çünkü, "devletin elinde çok önemli biri" olsa da, devletin içinde de devletler vardı. Devlet belgelerine de girmişti varlığı. Yakalananda, "devlete hizmet ettiği" ne dair arşiv, belge ve bilgiler vardı belki. Mesela, bir zamanlar Özel Kuvvetler Komutanlığı tarafından verilmiş bir "Üstün Hizmet Belgesi" de mevcut muydu? Belge, bir mahkeme dosyasına dahi girmiş miydi? Varsa, kim, ne için vermişti? Bir katil olarak suçlandığı mahkeme dosyasına girdiği halde, kim, bu tür belgeler, verenler ve ne için verdikleri hakkında ne yapmış yahut yapmamış, yapamamış ya da yaptırtmamıştı?
Adil Timurtaş, yani "devletin elindeki devlet adamı", PKK'lı iken, sonradan "itirafçı" diye biliniyordu. Kimi "itirafçı" gibi, devletin kimi birimlerindeki kimi kişiler tarafından "devlet adına" istihdam edilmişti. Devletin Susurluk Raporu'ndan, Diyarbakır DGM'ye, oradan Diyarbakır 3. Ağır Ceza dosyalarına kadar, anılma biçimi, "tetikçi" idi. Yani, iddiaya göre, kimi devlet görevlilerinin de onayı ve talimatıyla, bazı insanları kaçırıp öldürenlerden. Bu belgelerde adı, başçavuşlarla, subaylarla, generallerle birlikte anılıyordu. Doğru ya da değil. Ama, "doğru ya da değil" in anlaşılması mümkün olmuyordu. Çünkü, "iş üstünde" iken kimi resmi görevlinin bildiği bu adamlar, "aranırken" bulunamıyordu. Hala sağ kaldıysa. İddianamelere, dosyalara girmiş "bulunabilecek" koca koca isimler ise asla sorgulanmıyordu.
Timurtaş, belgelerde, Binbaşı Cem Ersever' in ve "Jitem" in adamı olarak geçiyordu. Cem Ersever, Güneydoğu'da "terörle mücadele" içinde bir sürü karanlık olaya karıştıktan sonra, bunları yazmaya, açıklamaya başlayan ve öldürülen kişiydi. "Jitem", yasadışı örtülü savaş yöntemleriyle anılan, ama varlığı resmen doğrulanmayan, buna karşılık Susurluk Raporu ve birkaç mahkeme dosyasında anılarak varlığına resmen işaret edilen yapıydı. Bir dosyada, bir olayda itirazı bulunan yüzbaşının öldürülmesinin dahi faili olarak atıf yapılan yerlerdi bunlar. Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan' ın bir itirafçıyı sorgulayarak elde edip mahkeme dosyasına yolladığı bilgilerde de anılan kişi ve yerlerdi. Hani, "Hizbullah'ın yaylım ateşiyle öldürülen" Okkan' ın. Sorguladığı itirafçı da öldürülen Okkan' ın.
O yüzden, devletin elinde çok önemli biri vardı. Aranırken, gıyabi tutukluyken, mahkemeye ifade bile vermemişken, hatta 2000 Ağustos'unda galiba mali şube tarafından da gözaltına alınmışken... Serbest dolaşan, ama haraç iddiasıyla da olsa yakalanmış biri vardı. İstenirse (ve isterse) bir dönemin karanlık yüzüne ışık tutabilecek biri idi. Gerçekten, yakalandığında üstünde "Özel Kuvvetler Komutanlığı" yazılı bir belge çıkmış mıydı? Gerçekten, ona "Özel Kuvvetler Komutanlığı Üstün Hizmet Belgesi" verilmiş miydi? Verildiyse, hangi üstün hizmetlerden dolayı idi? İstenirse (ve isterse) ve başkaları da imkan verirse, çok şey söyleyebilecek çok şey bilen biri, dün devletin elindeydi! Masal gibi anlattım... Çünkü, eskiden "devletin bir elinde", dün başka bir elinde olan "şahıs" yine dün "delil yetersizliği" nden serbest bırakıldı. Devletti, bir eliyle alır, bir eliyle bırakırdı belki. Madem öyle... Masal için kendisinden özür dilerim!
|