|
|
ABD tahvillerine yabancı talebi artıyor
Geçen hafta, ABD Merkez Bankası Başkanı Greenspan kongrede yaptığı konuşmada özellikle bütçe açığı üzerinde durdu. ABD ekonomisinin durumunu iyi görüyor. Ancak, bütçedeki açığın kısa vadede bu performansı gölgelediğini belirterek, "iyi çizilmiş mekanizmalarla" bütçede düzeltmenin yapılabileceğini düşünüyor. Ama sorun ortada. ABD'nin ikiz açığı var. Bunlar ödemeler dengesinin cari işlemleri ve bütçesinden oluşan açıklar. İşin ilginç yanı bu açıklar büyüdükçe, bunları finanse etmeye can atan yabancı yatırımcıların sayısı da artıyor. Aslında tersi olması gerek. Bir ülkede makro ekonomik sorunlar varsa ve bu sorunlar ilerisi için risk oluşturuyorsa, özellikle yabancıların piyasayı terk etmesi beklenir. Ama ABD için bunun tersi gerçekleşiyor. Grafiklerden de izleneceği gibi, ABD'nin Hazine tahvillerinde yabancıların payı 2005 yılı başında % 53'e yükselmiş. Talep 1995'lerden sonra süratle artıyor. ABD'li firmaların tahvillerini almak isteyenlerdeki artış da yine aynı döneme rastlıyor. Bu tür tahvillerin halen % 31'i yabancıların elinde. Nedenler değişik. 1980'lerdeki hikaye "Amerika'nın en emin ülke" olduğu görüşüne dayanıyordu. O yıllarda da ikiz açık vardı. Enflasyon yüksekti. Ancak ABD'ye "para yatırana bir şey olmaz" görüşü bir çok yabancı yatırımcıya cazip geliyordu. 1995'ten sonraki güçlü dolar politikası yanında, Clinton yönetiminin açıkların üzerine ciddiyetle eğilmesi yatırımcıları olumlu bir şekilde etkiledi. Dolar cinsinden mali varlıklara talep artmaya başladı.
Asya ülkeleri devreye girdi O tarihlerde, ABD doları ile Alman Markı ya da İngiliz Poundu arasındaki faiz farkı, bu ülke paralarının değerini belirleyen en önemli faktördü. Sonra bu ilişki kayboldu. Devreye Asya ülkeleri girdi. Başta Çin olmak üzere Asya ülkeleri Dolara yatırım yapmaya başladılar. Merkez bankaları Dolar aldı. Firmalar da merkez bankalarını izlediler. Asya ülkelerinin bu davranışları iki sonuç doğurdu. Birincisi, Dolar'ın değeri ABD'nin cari işlemler açığını düzeltecek bir seviyeye inemedi. Talebi devam eden bir paranın diğer paralara karşı değer kaybetmesi tabii ki beklenemezdi. İkincisi ise, Dolar'ın değer kaybetmesinin düzeyi ve oranı Asya ülkelerince belirlenmeye başladı. Bu strateji ile rekabetçilik düzeylerini istedikleri gibi korudular. Durumu değerlendiren, uluslararası parasal konuların uzmanlarından Fred Bergsten, bu tür davranışların IMF'nin kuruluş sözleşmesine aykırı olarak "ödemeler dengesinin etkin bir biçimde uyumunu" önlediğini belirtiyor. IMF'yi de manipülasyon şüphesi olan bu davranışların önlenmesi için göreve çağırıyor. Dolara olan talebin artışında bir başka neden de, Avrupa Birliği'nin ekonomik açıdan gücü konusunda akıllara takılan sorulardan kaynaklanıyor. Euro, sisteme çıkışından bu yana uluslararası düzeyde güveni tam sağlayamadı. Avrupa Birliği'nin yapısal sorunları ortada duruyor. Japon Yeni ise ülkesinin sorunlarından kurtulamadığı için güçlenip, sistemde yerini alamıyor.
Dolar tasarrufu artıyor Bu durumda yatırımcıların tek alternatifi Dolar oluyor. Fonlar ona doğru akıyor. Dolayısıyla, bir taraftan Asya ülkelerinin uyguladıkları politikalar, diğer taraftan da alternatifsizlik, dolar olarak tutulan tasarrufları artırıyor. Hele ABD, bütçe konusunda iyi adımlar atarsa, bu süreç artarak devam edecek gibi görünüyor.
|