Restleşme değil, jestleşme...
KKTC'de Mehmet Ali Talat'ın ilk turda Cumhurbaşkanı seçilmesi, Ada'da çözüme dönük yöntemi de farklılaştıracak. Çünkü, Kıbrıs'ta bugüne kadar "restleşme" üzerine kurulu "çözüm bulma" süreci yaşandı. Ada'nın Türk tarafında referandumda ortaya çıkan "jestleşme" döneminin, Talat'ın Cumhurbaşkanlığı sürecinde artarak devam edeceğini söylemek olası. Bunun çözüme ne kadar katkı sağlayacağı konusunda, bugünden bir tahminde bulunmak da bir o kadar zor.
Milliyetçi söylem Nedeni de Ankara'da hükümette ortaya çıkan, 17 Aralık sürecinin tam tersi yöndeki tavır değişikliği... Özellikle de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, AB'ye iki kez "hayır" diyen Norveç'e yaptığı resmi ziyarette başlayıp, iki gün önce de devam eden AB karşıtı radikal milliyetçilerin içini rahatlatan açıklamaları. Yani, "AB'nin Türkiye'yi parçalama gayretleri var" yönündeki sözleri. Başbakan bu sözleriyle son dönemde artan milliyetçi akımlara, "AB konusunda kendisinin de farklı düşünmediğini" ilan etti. Zanagiller'in Dışişleri Konutu'nda kabul edilmesine karşı bildiri yayınladığı için sert tepki gösterdiği, AKP içinde etkinliğini yitirmeyen, "milliyetçi kanadın" da gönlünü aldı. Ayrıca, 17 Aralık'tan bu yana hükümette görülen AB konusunda işi ağırdan alan tavrın nedenini de gerekçelendirdi.
Rusya'nın AB işareti Peki, 17 Aralık'tan bu yana geçen sürede, AB'den gelen hangi açılımlar veya çıkışlar ile "Türkiye'yi bölme çabası" içine girdi? Dışişleri Bakanlığı'nda AB ile ilgili diplomatların dün bu soruya verebileceği herhangi bir yanıt yoktu. Onlar da Başbakan'ın sözlerini, AB bürokratları gibi dikkatle kayda geçirmekle yetinmişlerdi. Başta da belirttiğimiz gibi, Erdoğan'ın bu çıkışı, Ada'da jeste dayalı çözüm arama sürecini başlatmayı hedefleyen Talat'ın işini zorlaştıracak. Hatta, KKTC'ye uygulanan izolasyonların kaldırılması için atılması planlanan adımlara da ters etki yapacak. Bunun en güzel örneği de bırakın AB ülkelerini, Rusya Federasyonu'nun Kıbrıs konusunda son günlerde dillendirdiği yaklaşımında ortaya çıkıyor. Özetle anımsamak gerekirse; Rusya Devlet Başkanı Putin 11 Ocak'ta Moskova'yı ziyaret eden Erdoğan ile yaptığı görüşme sonrası, Türk işadamlarına konuşurken şunları söylemişti: "KKTC'ye uygulanan tecrit adil değil. Sayın Annan'ın adını taşıyan planı destekliyoruz..." Putin, KKTC'ye izolasyonun kaldırılmasına dönük Annan Raporu'nun, Güvenlik Konseyi'nde görüşülmesini engelleyen veto kararlarını da geri çekeceklerini söylemişti. Hatta, BM Genel Sekreteri Kofi Annan ile bir telefon görüşmesi yaptığını, kendisine de benzer sözler söylediğini bildirmişti. 2. Dünya Savaşı'ndan galip çıkışın 50'nci yıldönümü kutlamaları için 10 Mayıs'ta Moskova'ya gitmeye hazırlanan Erdoğan'ın burada karşılaşacağı tablo ise 4 ay öncesinden farklı... Rus diplomatların dün telefonda söyledikleri şu sözler, bugün için Moskova'nın konuya bakışını anlatmaya yeterli: "Kıbrıs bundan böyle AB 'nin konusudur. Sorunun AB ile birlikte çözülmesi gerekir. Bizim sorunun çözümüne yapacağımız katkı, AB 'nin bu konuda atacağı adımla söz konusu olabilir. AB'den çözüm yönünde gelecek adıma bağlı olarak, biz de BM Güvenlik Konseyi 'nde gereken adımı atarız..." Özetle, AB'den bir adım gelmediği sürece, Moskova'dan bir adım beklenmemeli. Erdoğan'ın "Türkiye'yi parçalama çabasında olmakla" suçladığı AB ise Fransa'da 29 Nisan'da yapılacak AB Anayasası referandumuna odaklanmış durumda. Fransa'dan çıkacak sonuç, Türkiye'nin 3 Ekim'deki müzakere sürecini de Kıbrıs sorununun çözümünü de temelden etkileyecek. Böyle bir dönemde, aile içine selam vereyim derken, birlikte yaşamı zaten arzu etmeyen AB çevrelerinin elini güçlendirmemek gerekiyor.
|