Gökten üç elma düşer...
Ben her sabah oturup sorarım kendime "Ne iş yapıyorum?" diye... Niye tiyatrocuyum? Niye yazarlık, hocalık, televizyonculuk, radyo programcılığı yapıyorum? Bir sürü iş yaptığım için sabahları kendimle hesaplaşmam biraz uzun sürüyor tabii. Ama oyunculuğun er meydanı tiyatro olduğu için en çok da tiyatroyla ilgili yeni bir tanımlama yapmaya çalışırım hep. Bence herkes kendini her sabah bir gözden geçirmeli... Kendine tekmil vermeli... "Her sabah olmaz kardeşim biz senin gibi işsiz güçsüz takımından değiliz" derseniz haftada bir olsun. Ona da razıyım... Sormalıyız kendimize... "Ben ne iş yapıyorum? Nasıl yapıyorum? Başarılı mıyım? İşim benim yaşama biçimim mi?" Başka türlü de sorabilirsiniz isterseniz... "Yaşama biçimimi ben çizerim. İşim, onun nasıl bir parçası olmalı?" Hepimiz sormalıyız kendimize. Yaptığım işten mutlu muyum? Mutsuzsam bırakıp başka bir işe başlama cesaretini gösterebilir miyim? Niye doktorum, avukatım, işletmeciyim, müdürüm, sekreterim, patronum niye? Niye üçkağıtçıyım, yapı ustasıyım, kapkaççıyım, köpek bakıcısıyım, araba yıkayıcısıyım? Nedir tamircilik, profesörlük, doçentlik, yazarlık çizerlik, marangozluk, subaylık, ressamlık... Derdim ne? Nedir benim yaptığım işin tarifi? Neden yapıyorum bu mesleği? Madem ki yaptığımla dünyadan geçerken imzamı atacağım... "Baki kalan kubbede bir hoş seda imiş. Benden geriye nasıl bir ses kalacak?" Ben kendimi de işimi de her gün daha iyi anlamak, yenileyebilmek için hep sorarım kendime... Nedir tiyatro? Nedir bu benim yaptığım? Bence tiyatro küçükken annelerimizin ya da büyükannelerimizin ellerimize taktığı yün çilelerine benzer. Hani "Tak bakayım şunu, sana bir kazak öreyim" derler. Uzatırsın iki elini geçiriverirler yün çilesini... Alırlar yünün ucunu başlarlar sarmaya, top yapmaya. Siz açarsınız onlar sarar... Rengarenk yün çileleri top olur, örmeye hazır hale gelir... Kazak olur, kaşkol olur... Eldiven olur yaşamı ısıtır... Tiyatro tiyatro dediğiniz de böyle bir şeydir işte... Sizi sarar sarmalar, yaşamınızı ısıtır... Biz oyuncular her akşam geliriz sahnenin üstüne, ellerimize insanla ilgili bin bir düğümü olan rengarenk yün çilelerini takarız, başlarız açmaya... Yünün bir ucunu da sizlere, sahneden aşağıya seyircilere atarız... Biz açarız sizler sararsınız saygıdeğer seyirciler... Biz de asılırsak yün kopar, seyirci de çok çekerse... İki taraf da büyük bir dikkatle işini yapar. Oyunun sonunda elimizdeki yün çileleri biter... Yünün ucu sahneden salona kayar... Ve sevgili seyirciler çıkar gidersiniz tiyatrodan yüzünüzde çiçek açmış gülücüklerle... Zihninizde bin bir renkli yün topçuklarıyla ve sorarsınız: "Ne kaldı bende oyundan geriye?.." Oysa bilmezsiniz ki ya da çok iyi bilirsiniz ki zihin alır, biriktirir, dosyalar, yerleştirir... Hani masalın sonunda "Gökten üç elma düştü" derler ya... O üç elma, yiyesiniz diye düşmez. Masalın kıssadan hissesi, içine gizlediği felsefesi, kosmosa bakışıdır o üç elma... İşte tiyatroda da aynı şey olur... Çıkarsınız oyundan zihninizde rengarenk yün topçuklarıyla... Başlarsınız kafanızın içinde çevirmeye. Kah gülüp kah hüzünlenip, kah coşup oyunu yeniden yaratmaya koyulur zihin... Bir gün bir bakmışsınız tutup çıkarmışsınız o yün toplarından birinin ucunu, atmışsınız birine, başlamışsınız anlatmaya, kendi yorumunuzu eklemeye yüne... Tiyatro tiyatro dediğiniz elden ele, yürekten yüreğe dolaşan yün çilecikleridir. Bir de bakmışsınız tiyatro elden ele.. Yerçekimli karanfil gibi... Bu işin yüzde ellisi izleyiciler, yüzde ellisi de biziz; oyuncular. Tiyatronun iki temel öğesi; oyuncuyla, izleyici karşı karşıya gelmeden tiyatro dediğimiz mucize gerçekleşmiyor. Sizlerle biz suç ortağıyız. Her sanat olayında işlenmemiş bir suçun ortaklığı gizlidir... Yani efendim uzun sözün telgrafı, bizler meslektaşız. İyi bir tiyatro seyircisi de tiyatrocudur. İzlediklerini başkalarıyla paylaşan sevgili tiyatroseverler benim meslektaşlarım, onlarla gerçekleştiriyoruz tiyatro denen mucizeyi... Yıllardır hep sizler bizleri alkışladınız, şimdi de ben sizleri alkışlıyorum sevgili meslektaşlarım...
|