Haftadan kalanlar...
Hafta boyunca "yaşadığım dakikalar' ın bir kısmını ve "aldığım notlar" ı paylaşmak istiyorum sizlerle... Neşesiyle, hüznüyle, şaşkınlığı ve kaybıyla!
* Yazmadan duramam, kaydetmeden geçemem... Geciksem de, çok yazılıp çizilse de kişisel hislerimi aktarmadan rahat edemem! Halit Kıvanç' ın "Mikrofon'da Ellinci Yıl Gecesi"nden sözediyorum... Benim de "o gece"nin çorbasında tuzum oldu, törenin başında gösterilen kısa portre filmi yaptık arkadaşlarla, Halit Usta'nın yaşamından kesitler vs. Haliyle, hazırlıklar sırasında da, muhabbetler ortasında da kimi hoş ayrıntılara tanıklık ettim.. Ekran ve sayfalara, sahnenin üstü ve önü yansıdı daha çok... "Kuliste sırasını bekleyen yıldızlar geçidi"ni görmeliydiniz bir de... O, ne muazzam heyecandı öyle, o, ne muhteşem bir dayanışmaydı... "Birbirinden ünlü ve değerli sanatçı" meselesi değil sadece... Oluveriyormuş, olduruluveriyormuş demek ki... Pek çok emektar için yapılması gereken ama nedense son yıllarda unutuluveren, hasret kaldığımız bir "omuz omuza" durumu vardı o gece sahiden de... Halit Abi'de vücut buldu.. Sezen'in, "o gece" dediği gibi, "kalp kırmadan acı vermeden elli yıl geçirmek" de bunda önemli pay sahibiydi elbette... Ama sahneye taşınan ve "Halit Abi'nin yarım asra uzanan dostları" diye özetleyebileceğimiz herkes, kulisi, "bayram yeri"ne döndürmüştü... Bin yıldır ışıltılı dünyalarda aşina olduğumuz zaafiyetler, hiç alınmamak üzere vestiyere asılmış, olağanüstü bir "sevgi cemaati" oluşmuştu. Hesapsız, kitapsız, kaprissiz, kompleksiz... Halit Kıvanç'ın tümüne emeği vardı pekçoğuna hocalığı vardı... Ve bu yüzden "çok konuşan adam" o gece sustu, onlar, yani, Halit Kıvanç'ın her yaştan dostları çok yürekten konuştu "elli yıl"ı sundu! Hem de samimiyet yarışı içinde... Olması gereken buydu ve hep böyle olmalıydı! Nice yıllara üstad...
* Yaşamdan Dakikalar'da da "Halit Kıvanç Gecesi' nden muhabbet koyduk... Program için ayrıca yaptığımız "Kıvanç filmi" için ilk aklımıza gelen fon müziğiyse tabii ki Melih Kibar'ın Çoban Yıldızı oldu... Başka yolu yoktu, kısa da olsa, ekranların, radyoların ve "Halit Abi'nin mikrofon macerası"nın anlatıldığı bir hikayeye en çok o ezgi yakışırdı ve şahaneydi.. Kibar'ın, Eurovizyon için bestelediği unutulmaz eser, bizim mini filmde akıp giderken "bestelerin efendisi" "kibarın kibarı" Melih Abi, meğer ölüme biraz daha yaklaşıyormuş... Melih Kibar, ne yaşamaya, ne bestelere ne de alkışa doymuştu oysa... İşte, öyle bir şey.. . Klasik manada söyleyecek olursak, hani, bir varsın, birdenbire yoksun.. Üreten ve artı değer katanları yaşarken mutlu etmek, anmak, saygı göstermek, taçlandırmak, hatta, heykelini dikmek temennnisi boşuna değildi aslında! Üzerine güller yağsın "Çoban Yıldızı" nın "göçen yıldız"ı...
* Kültür Bakanı Atilla Koç'un "gaf"ı ve "özrü" konuşuluyor günlerdir... Bir ademoğlu da "içimizdeki canavar" dan sözetmiyor! Yani, Sovyet topluluklarına karşı "bin yıldır" büyütüp beslediğimiz, gerektiğinde, ortaya atıp saldırmasına izin verdiğimiz "dinozor"dan! Ebedi ve ezeli düşmanımız (!) Rus halkını, asırlardır "Rus uşağı" diye "küfür" niyetine kullanan biz değil miyiz? Soğuk savaş sırasında yani, on yıllar boyunca her nefes alıp vermek isteyene "Rus gavurundan emir alıyor" diye demir parmaklıklar ardına atan bizimkiler (!) değil mi... SSCB, paramparça olup da "vahşi eller"in oyuncağı haline getirildiğinde, yani, "boğulmaya yüz tuttuklarında yılana sarılanlar"ı gördüğümüzde ellerimizi avuçlayıp sinsi sinsi gülen de biz değil miydik? Sonra da bavul ticareti için "Çarşı"larda kuyruk oluşturup döviz bırakanlara dahi "parça" muamelesi yapan, sanki dünyada bir tek "ora'lardan çıkarmış ve "orası, dünyanın en eski mesleğininin anavatanı" ymış gibi, koca bir toplumu "Nataşa" gören, her önümüze çıkan Rus kadınını hor görüp aşağılayan, hırpalayıp denize atan da bizimkiler değil mi? Dedim ya, Kültür Bakanı, bilinçaltındaki o canavarlar"dan birini çıkardı, özür dilese de ne gam! O canavarı yok etmedikten sonra! Haa, bu arada Kültür Bakanı olduğu için hatırlatıyorum! Koç, bilir mi ki, "sanatçısı"nı, sanatını "gökyüzüne değin yükselten ender topluluklardan biridir Rus'lar... Yazarların yazarı Puşkin'in 200'ncü doğum gününün "ora"larda nasıl kutlandığına, müzelerdeki kültür korumacılığına, sanat faaliyetlerindeki özene bi bakıverse yeter zaten! Kim görgüsüz daha iyi görür!
* Barlas, Aköz, Forutan ve Muhtar' la birlikte birkaç haftadır yaptığımız sohbetlerde de hatırlatmış, hamaset, hezeyan ve galeyan ın "ateşle oynamak" olduğuna işaret etmiştik. Aklıselime çok ihtiyacımızın olduğunu, modadan kaçınmak gerektiğini, "imamcemaat" örneğinde olduğu, gibi yazarı çizeri, siyasetçisi, bürokratıyla "kanaat önderleri"nin çok hafif öksürmesi gerektiğini, aksi halde toplulukların "nara" atabileceğini vurgulamıştık. Öksüren öksürdü (!) Trabzon'da malum durum yaşandı... Neyse ki Trabzon Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek, hamasetten uzak biçimde "en insanca ve iyi yürekli" tavrını gösterdi... Öksürmedi bile ve Trabzon, bir Çorum ya da Maraş olmaktan kurtuldu.. Yazı değil, küfür yazan "şahin köşe"lere, "bu memleket bizim dersi" vermelidir Ramazan Akyürek! Hem de hızlandırılmış bir kursla...
|