Milli kimlik tartışmaları
Merkez Dergi Grubu, Avukat Kenan Tekdağ'ın yönettiği Hukuki Perspektifler Dergisi'ni (HPD) 3 ayda bir yayınlıyor. Derginin bu dönemki sayısı, Türk Bayrağı ile ilgili son bir haftalık gelişmeleri önceden görmüş gibi önemli bir bölümünü "Milli Kimlik Tartışmaları" konusuna ayırmış.
Türkiye geçen haftayı, bakış açısına göre Nevruz veya Newroz kutlamaları sırasında meydana gelen olayları tartışarak geçirdi. İki çocuğun Türk Bayrağı'na yönelik saldırısı, sonunda Genelkurmay Bildirisi'ne kadar vardı. Siyasetçisinden köşe yazarlarına kadar herkes konuyla ilgili görüşlerini ortaya koydu. Hafta boyu bu konu tartışıldı. Şimdi size bu tartışmanın farklı bir açısını sunmak istiyorum. Merkez Dergi Grubu, Avukat Kenan Tekdağ yönetiminde mükemmel bir hukuk dergisi yayınlıyor: Hukuki Perspektifler Dergisi (HPD). Üç ayda bir yayınlanan derginin bu dönemki sayısı, sanki olacakları önceden görmüş ve önemli bir bölümünü "Milli Kimlik Tartışmaları"na ayırmış. HDP, sorunu hukuksal, sosyolojik, siyasal ve psikolojik açılımlarıyla derinlemesine bir şekilde tartışmaya açmış. Olaylar yaşandı. Artık olayı ırkçı, şoven, militarist ya da anakronik etnik, milliyetçi duygularla değil, sağduyuyla ve sorumluluk bilinci ve çağdaş yaklaşımlar çerçevesinde değerlendirme zamanıdır. Dergide tartışmaya katılanların görüşlerini, farklı bir görüş açısı vermesi amacıyla aşağıda bölüm başlıklarıyla vermekte yarar görüyorum. Doçent Dr. Adem Sözüer'in yönettiği bu tartışmada, ortaya konulan en çarpıcı görüşler bana göre aşağıda:
Prof. Narlı'nın görüşü
Prof Narlı: Kültürel farklılığı, farklı hukuk sistemleri ve siyasal yapılar aramak için kullanmak kamu düzenini bozma ve toplu ihtilaf yaratma sorunu doğurur. Örneğin Kadir Has Üniversitesi, İletişim Fakültesi Dekanı Profesör Dr. Nilüfer Narlı bu konuda bakın ne diyor: "Ulusal kimlik açısından bakarsak, Türkiye'de ulusal kimliğin tanımlanmasında etnisite, ırk, din ve dil kesinlikle söz konusu değildir. Türkiye Cumhuriyeti'ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk'tür. Atatürk'ün söylediği gibi 'Ne Mutlu Türk'üm diyene' diyebilen herkes, kendisini Türk olarak tanımlıyordur. Ancak son zamanlarda etnik kimlik, ulusal kimlikle bağlantılı olarak yoğun bir biçimde tartışılmaya başlandı. Farklı etnik kimlikler, kültürel farklılıklar, yaşam farklılıkları üzerinde tartışmalar anlaşılabilir. Din, dil açısından kültürel farklılıkların olduğunu kabullenmek ve bu farklılıkları kültürel miras olarak korumak, demokrasi ve hoşgörünün esasıdır. Fakat bu kültürel farklılıkları, farklı hukuk sistemleri ve siyasal yapılar aramak açısından kullanmak ve de kültürel ve siyasi ayrılıkçı bir söyleme alet etmek, kamu düzenini bozma ve toplu ihtilaf yaratma gibi sorunlar doğurabilir. ...Türkiye'de ulusal kimlik oluşturulurken entegrasyon modeli benimsenmiştir. Bu entegrasyon Fransa'da olduğu gibi her bir bireyin eğitim ve sosyalleşme yoluyla ulusal kimliğini kazanıp vatandaş olarak yetiştirilme sürecidir. Fakat bu kesinlikle asimilasyon değildir."
Prof. Tarhanlı'nın bakışı
Prof. Tarhanlı: Toplumun, özgürlük ve hak araçlarını kullanarak kendi kimliğini ortaya koyabileceği bir ortam yaratma tartışmanın zemini olmalı.
Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Profesör Dr. Turgut Tarhanlı'nın bu konuda ortaya koyduğu görüş ise şöyle: "...toplumsal düzeyde 15 yılın hafızasından hemen kurtulmamız belki mümkün değil. Çok yakın geçmişte yaşanan birçok şey de etkisini sürdürüyor. Hâlâ birkaç küçük çatışma orada burada çıkabiliyor; bunlar da bir anlamda o hafızayı canlı tutuyor. Dolayısıyla her şeyden önce, insanların zihin, beden ve çevrelerindeki bu darbeden kurtulmak için üzerinde mutabık kalınabilecek bir toplumsal uzlaşma ortamı yaratmak önemli. Ancak bu sadece devletin birtakım yasal tedbirleriyle yapılabilecek bir şey değil. Bunlar önemli ama sadece bunlarla sınırlı değil, ortak olması gereken bir çaba. Ortak model, mutlaka taraflardan birinin kendi tezini kabul ettirmesi anlamında bir ortaklık da değil; böyle bir şey olamaz. Toplumsal düzeyde veya siyasal olarak yapılan tartışmalarda, Türkiye'nin bu sorunu kesin, yasal, net, somut birtakım tedbirlerle çözebileceği anlayışı var. Türkiyelilik tanımı da böyle bir şey. Vatandaşlık bağı, bence Türkiyelilik denen kavramı karşılayacak bir formüldür ama bunun dışında demin sözünü ettiğim hak ve özgürlükler ortamının daha rahat ilişkiler kurmaya elverişli bir hale getirilmesi önemlidir. Her şeyi hukukla tanımlayıp buna paralel baz formüller içinde hareket edilmesi biçiminde düşünmemek gerekir. Dolayısıyla toplumun, özgürlük ve hak araçlarını kullanarak kendi kimliğini ortaya koyabileceği ama bunun hangi hareket alanı içinde olması gerektiği bilinciyle ortaya koymaya çalışılacak bir ortam, sanırım bu konuya ilişkin tartışmaların zeminini oluşturmalı."
Yaşar'ın değerlendirmesi
Doçent Dr. Yaşar: Türkiye, cumhuriyet ulusu yaratıp, azınlıkları dışlıyorsunuz diye eleştirilir. Oysa ABD'de de azınlıkların hukuk güvencesi grup kimliklerinde değil.
Gene Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden Doçent Dr. H. Nuri Yaşar, bu konuda şu görüşü ortaya koyuyor: "Türkiye'de 'Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlanan herkes Türk'tür.' Bu milletin, sosyolojik anlamına uygun bir ifadedir, dolayısıyla burada bir sorun yok. Türkiye'de sorun nerede? Anladığım kadarıyla giderek anayasanın, hukuk düzeninin dışında bir şey yaşanıyor. Etnik ya da mezhep içerikli talepler, acaba Lozan'da olduğu gibi bir azınlık statüsüne girmek mi istiyor? Bunun ideal olmadığını söyledik, zira azınlık statüsünde kalmak aslında bir dışlamadır. Kişiler dışlanmaya doğru kendileri mi gitmek istiyor? Yoksa aslında azınlıklar 21. yüzyılın yarattığı yanaşılmaz devlet karşısında, bireyin sığınmak istediği mekânlar mı, kategoriler mi yaratmak istiyorlar? Benim gördüğüm kadarıyla cemaatin içinde kaybolmak, bir etnik grubun, bir tarikatın içinde yok olmak istiyorlar. Oysa anayasa ve genel olarak hukuk sistemleri ve insan hakları hukuku, bireysel hakları öne çıkararak bireyi bütün bunların üzerinde daha yüksek bir değer olarak koymak istiyor. Bunu gerçekleştirmemiş, o ayrı bir mesele. Ancak, devlet korumayı sağlayamadığı için bireyin de haklı olduğu noktalar var. Bireyler, tek tek haklarının sağlanmadığını ve devletin bu konuda yeterince çaba göstermediğini, hatta zaman zaman iki yüzlü davrandığını görünce, tek tek mücadele yerine, benzerleriyle dayanışmak istiyorlar. Dolayısıyla burada topluluk biçiminde ortaya çıkan bir sürü şeye rastlanıyor. Bunlardan dini, dilsel ve etnik nitelik taşıyanlar, bugün azınlık statüsü talep ediyorlar. Bu, toplum içinde toplum (cemaat) olmayı aşan, millet içinde millet yaratma çabasından başka bir şey değildir. Daha liberal olduğu söylenen Almanya'nın Başbakanı 'Biz ülkemizde paralel toplumlar yaratılmasına izin vermeyiz' diyor. Hani liberal toplum? Yok öyle bir şey. Fransızlar tek ulus, üstüne üstlük 'cumhuriyetin ulusu ve yurtdışı' kavramını vurguluyorlar. ABD'de de bunlardan farklı değil. Orada bireyci olunduğu halde toplumsal kategoriler hukuk düzeninde kendine yer bulmuyor. Türkiye çok eleştirilir: Böyle bir cumhuriyet ulusu yaratıyorsunuz, azınlıklara falan filan yer vermiyorsunuz eleştirisi yapılır. Oysa Amerika'da azınlıkların hukuksal güvenceleri grup kimliğine dayanmıyor. Bireyden devlete yönelik bir ilişki var, yine ara kategorilerin reddi var." Bunlar insanı farklı bakış açılarına taşıyabilecek görüş açıları. Bu pazartesiye bu görüşleri de değerlendirerek başlayabilirsiniz.
Not: Bu yazının tamamını www.sabah.com.tr dosyalar bölümünde bulup okuyabilirsiniz. Dergide ayrıca Prof. Dr. Nur Vergin'in çok kültürlülük, Prof. Dr. Mustafa Erkal'ın da milli kimlik ve çok kültürlülük üzerine çok çarpıcı iki makalesi olduğunu hatırlatmak istiyorum.
|