|
|
|
|
|
Komşuların en güzel ikramı
|
|
Büyük şehirlerde artık kimse birbirine aşure yollamıyor. Şehir hoyratlığı güzelim aşuremizi de yedi bitirdi... Oysa bu leziz tatlı, baharı ve barışı müjdeleyen, komşuluğun da en güzel simgesi. Hindili adetleri bilip de aşureyi unutmak olmaz.
Komşuluğun altın tarifi Komşuluğun altın tarifi
Baharın gelişi, Anadolu'da asırlardır kutlanır. Aşure ise bu kutlamaların belki de en rafine, en çok katmanlı rengidir.
Biliyor musunuz, yaşlılık emarelerinden biri de eski günlerin hoşluğundan dem vurmaktır. Hele bir de "Nerede o adetler" diye bağladınız mı! Kimse sizi dinozor yaftasından azad edemez. Ama gelin itiraf edelim. Bazen insan kendini bu yakınmadan alıkoyamaz. Alın size yok olmuş bir tema: Komşuluk! Bir söyleyin Allah aşkına, büyük şehirlerde yaşayan insanların kaçta kaçı komşusundan haberdardır? Hele gençler... Komşu ne demek bilirler mi? Bu bizim sosyologlar için maden gibi bir konudur. Komşular 30- 40 yıl içinde nasıl oldu da yok oluverdi? Desinler bize! Öyle ya 70'li yıllarda bile, komşu hala mevcud idi. Hele biraz daha eskilerde. Çocukluğumuzda komşu, nasıl desek, kutsaldı. Bazen öyle haller hatırlıyorum ki kendi anne babamıza söyleyemediğimiz fakat sırtımızı komşuya yasladığımız sır kaplı sırlar mutabakatı. İşte bu sihirli dünyanın üzerindeki o sır tümden döküldü. Oysa bu komşuluk alemi, muhtelif ritüelleri ile kültürümüzün vakanüvisi gibi idi. Biliyor musunuz, nevruz ve aşure insana en çok bunları düşündürüyor. Baharın gelişi, Anadolu'da da asırlardır kutlanıyor. Aşure bu kutlamaların belki de en rafine, en çok katmanlı rengidir. Birkaç kez dert yanmıştık. Çocukluğumuzdan bu yana artık aşure pişiren kalmadı. Hele o imrenerek hatırladığımız aşure trafiği. Muhtelif reçeteler. Her mutfağın kendine has bir yorum ve terkible hazırladığı "aşure'ler... Evden eve dolaşırlardı. Biz çocuklar kimin nasıl yaptığını elbette bilir ve müridi olduğumuz "aşure aşçısının" ismini soruştururduk: "Şuradan da geldi mi?" Artık bu yok. Büyük şehirlerde bitti. Kimse kimseye aşure yollamıyor. Niye böyle oldu? Bunu da sosyologlarımıza soralım. Büyük şehrin hoyratlığı güzelim aşuremizi nasıl yedi bitirdi? Beri gelip anlatsınlar bize... Bu coğrafyada bu kültürlerin üzerinde yaşıyorsak, hindili adetleri bilip de, aşureyi unutmuş gibi yapamayız. Her sene baharın başında televizyonlar şehrin bir yerindeki kutlamaları verir ya, kendilerini zincirle döven, hırpalayan insanlar, falan. Olan biteni dünyanın ücra bir köşesindeki tuhaflıklar gibi seyretmez miyiz? Anlamak ya da öğrenmeyi bir kenara koyalım. Ne olup bittiğinden haberdar dahi olmaya ilgi duymaksızın. Oysa bu olup biten komşumuzdadır. Coğrafyadan söz etmiyoruz. Eğer kültürümüzün ortasında değilse, yanı başında duran bir komşudur. İşte Metin And, Ritüelden Drama/Kerbel- Muharrem-Ta'ziye adlı kitabında bunları anlatıyor. Türkiye'nin en çalışkan kültür tarihçilerinden And'ın "Muharrem ve Aşure Bölümü" şöyle başlıyor: "Bütün eski tören ve ritüellerde ikili bir ilişki buluruz. Bunlar söz (mithos) ve yapılan şey, eylemdir." And bugün "Anadolu Köylüsü'nün" oynadığı "oyunların" çok eskiden aynı bölgelerdeki "toplumların dünyalarının" bir kalıntısı olduğunu örneklerle anlatmaya çalışıyor:
EN ANLAMLI İKRAM "Ay yılına göre Muharrem ilk aydır. aşure ise bu ayın onuncu günüdür. Muharrem ve aşure ay takviminden durağan güneş takvimine çevrildiğinde bu gün ve adetler Antik dönemdeki karşılıkları ile neredeyse birebir örtüşmektedir." And diyor ki "Her din kendisinden önceki dinlerin doğurduğu dramları, kendi yorumu ve simgeselliği içinde oluşturur ve sürdürür." İslam'da Muharrem ve aşurenin, Anadolu'daki Bektaşi ve Aleviler tarafından nasıl kutlandığına gelince... Geçenlerde gözüme çarpan bir gazete haberini size nakletmeliyim. Kerbela Yası'nın yıldönümünde aşure çadırında, "barış ve kardeşlik için" aşure ikram olunmuş. Zaten aşure oldum olası baharı haberlemez miydi, umalım da bu bundan böyle hep "barışın baharı" olsun...
|
|
|
|
|
|
|
|
|