|
|
|
|
|
|
Yılmaz Güney'le yıldızımız barışmadı
O gerçek bir deli ama aynı zamanda bir dahiydi. Cezaevinde mafya babalarından çok ondan çekinirlerdi. Bana da din değiştirdiğim ve herkese esrar bulduğum için çok öfkeliydi.
* Sırayla Antakya, Sağmalcılar, Burhaniye ve Buca cezaevlerinde kaldınız. Başınızdan o kadar şey geçmiş ki ama hapiste Müslüman olma öykünüz çok ilginç gerçekten... Orada başka bir seçeneğim yoktu. Bir tek lastik ayakkabım ve pijamalarımla kalmıştım. Ama Ramazan'da oruç tutanlara giyecek veriyor ve mükellef sofralar hazırlanıyordu. Salih diye bir arkadaş vardı Suriye asıllı ve Müslüman olursam benim de tüm bunlara sahip olacağımı söyledi. Ben de hiç teredddüt etmeden kabul ettim.
* Gerçekten Müslüman olmadınız yani... Yok, ben Tanrı'nın varlığına inanıyorum ama dinlere inanmam.
* Yılmaz Güney'le de Sağmalcılar Cezaevi'nde tanışmışsınız. Üstelik aranız da hiç iyi değilmiş, sizi sevmemiş neden? Benden nefret ediyordu demek daha doğru. Lynus adlı İrlandalı bir mahkum vardı onunla birlikte hastanede yatıyordu tüberkülozdan. Lynus esrar bağımlısıydı ve çok hastaydı. Ben ona çok istediği için esrar bulmuştum ve Yılmaz Güney buna çıldırdı. Kendisi de içiyordu ama esrar satanlara karşı büyük bir nefreti vardı. Bir de ben Müslüman olduktan sonra gelip, "Bu insanlar senin Müslüman olduğunu düşünebilirler ama ben senin hala Yahudi olduğunu biliyorum. Siz insanlığın bukalemunlarısınız. Para için her şeyi yaparsınız" dedi.
* Ağrınıza gitmedi mi bu sözler? Gitti tabii ama arkadaşlar bana "Aldırma, o ne de olsa bir artist" dediler. Onu anlamaya çalıştım ben de.
* Nasıl biriydi Yılmaz Güney? Gerçek bir deli ve aynı zamanda bir dahi! İlginç bir adamdı... Kimi zaman neşeli, kimi zaman çok durgun... Edebiyata çok düşkündü. Lynus'la beraber çok kitap okur, edebiyat tartışırlardı. Cezaevinde o kadar mafya adamı arasında herkes öncelikle ondan çekinirdi. Duruşunda bir korkusuzluk ve aynı zamanda asalet vardı. Herkes ona hayrandı zaten.
* Aynı zamanda Hasan Heybetli, Kürt İdris gibi birçok mafya babasıyla beraber günleriniz geçmiş hapiste. Onlarla aranız nasıldı? Gayet iyiydi. Ben meydancılık yapıyordum, yani temizlik işlerinden sorumluydum. Benim için önemli değildi ve eğlenerek yapıyordum işimi. Hoşlarına gitmişti bu ve beni sevdiler, kolladılar. Mesela Hasan Heybetli çok mert, cesur ve aynı zamanda çok hassas bir adamdı.
* Peki cezaevi yıllarında tanıdığınız tüm bu ve benzeri isimler sizde nasıl bir etki bıraktı? Onları nasıl tarif edersiniz? Samuray, yani gerçek birer savaşçı! Namus her şeydi onlar için ve değerlerine ölüm pahasına sahip çıkıyorlardı. Bundan çok etkilendim. Sokaktan gelen, gerçek Türk erkeğini tanıdım ben cezaevinde.
* Çok etkilenmiş gibisiniz... Doğru etkilendim. Ama benim en çok sevdiğim ne oldu biliyor musunuz? Bu kadar korkusuz, savaşçı olmalarına rağmen tanıdığım herkes bir vicdan taşıyordu. En azılı suçlusundan en hafif suç işleyen mahkuma kadar... Tanrı korkusu vardı hesinin içinde, yurtdışında böyle bir şey yok. O yüzden de seviyorum Türk insanlarını. Burada kendimi güvende hissediyorum.
YETER Kİ PARAN OLSUN * Gerçekten otorite mafya babalarının elinde miydi hapishanede? Tamamıyla öyleydi ve ne istiyorlarsa yapıyorlardı. Benim bildiğim Sağmalcılar'da hala o şekilde devam ediyor her şey.
* Parası olan ne isterse sokabiliyor mu cezaevine? Her şeyi, aklınıza ne gelirse... Parası ve gücü olanlar yönetiyor zaten cezaevini. Patron onlar başkası değil.
* Yurtdışında da bu böyle mi? Para orada da çok işinize yarar ama Türkiye'deki kadar değil. İstediğiniz her şeyi sokamazsınız. Bu kadar kolay ve rahat değil hiçbir şey. Şöyle bir örnek vereyim; İngiltere'de üç mahkuma bir gardiyan düşüyor, Türkiye'de ise ortalama 250 mahkuma bir gardiyan... Sistemler çok farklı.
|
|
|
|
|
|
|
|
|