İnsanoğlu pek bi tuhaf canım...
Yolda karşılaştık. Kırk yıllık arkadaşım; suratından canının sıkkın olduğu belliydi. - Ne oluyor yahu? Suratından düşen bin parça... Neye sıkıldın? dedim... Başladı anlatmaya. Çok dertliymiş meğerse... "Bir dokun bin ah işit" derler ya... Tam öyle işte. - Benim oğlan dokuz yaşında... Geceleri evden tüyüyor. Gezmeye gidiyor. Derslerine de çalışmıyor. Hayalcinin teki canım. Aklı bir karış havada... - Yahu 5'inci katta oturuyorsun. Kitle oğlanın kapısını tüyemesin, dedim... Yana yakıla anlattı... - Öyle yapıyorum da... Ama uçurtması var. Salıyor uçurtmayı. Bağlıyor ipini penceresinin kanadına. Tırmanıyor ipten yukarıya. Ta uçurtmanın tepesine kadar. Sabaha kadar dolaşıyor... - Eh sabahları dönüyor mu bari? - Bir yere gitmiyor ki dönsün... Bütün bunları oturduğu yerden hayal ediyor. İşin kötüsü asıl orada. Bir şeyin düşünülmesi yapılmasından beterdir. Sen de çocuk terbiyesinden hiç anlamıyorsun yahu" dedi, yürüdü gitti.
*** Evlendikleri günden beri birbirlerine sarılıp uyurlar... Karı koca çok aşıktırlar birbirlerine. Yani biz öyle bilirdik. Araları açılmış. Karısı kocasının kendisini aldattığından şüpheleniyormuş. Geldi bana, sabah kahvesine... "Kocamdan ayrılmaya karar verdim" dedi. "Niye? Ne yaptı ki?" dedim. Demez olaydım... Anlattı. "Rüyasında kendini benim on sekiz yaşımdaki halimle görmüş. Üstümde de tanıştığımız günkü elbise varmış. Sarılıp dans etmişiz. Yakalandı işte. Ağzıyla yakalandı. Ayol ben gelmişim elli yaşına. Ben, on sekiz yaşımdaki ben miyim? Demek ki gözü benim on sekiz yaşımdaki halimde. Beni onunla boynuzluyor. Boşanacağım..." dedi.
*** "Hayatım roman... Hayatım roman..." derdi... "Yazsam film olur. Televizyon dizisi de olur. Benim hayatım roman." "Eh otur yaz bari" dedim. Yazmış... Üç ay sonra damladı. "Hayatım roman... Film bile olur diye düşündüm hep. Oturdum hayat öykümden muhteşem bir senaryo çıkardım. Aşklarımı, kırgınlıklarımı, zaferlerimi, yenilgilerimi anlattım. Bir kuyumcu gibi işledim hayat öykümü. Yaşarken bu kadar ilginç değildi öyküm. Yazdıkça daha ilginç oldu eskiden yaşadıklarım... Film şirketleriyle bağlantı kurdum. Okudular, çok beğendiler. Filme çekilme aşamasında doğal olarak, 'O adam benim, rolü benim oynamam gerekir'... dedim." "Hayır, bu senaryoda anlatılan adam sana hiç benzemiyor. Başka birisi oynayacak" dediler. "Film çekiliyor. O oyuncu bütün yaşamımı elimden aldı. Aşklarımı yaşıyor. Sevgililerimle yatıp kalkıyor. En bozulduğum da... Senaryoyu değiştirmişler. Yaşamda beni süründüren, aşkından kafayı yediğim sevgilim filmde benim ayaklarıma kapanıyor. Yalvarıyor. Hem de ne yalvarma... Ben niye acı çektim öyleyse? Peki, o oyuncu madem benim hayatımı elimden aldı... O zaman ben de onun hayatına yerleşebilir miyim acaba?" Eh, soruyor, bir şeyler söylemek lazım. Söyledim de... "Oğlum herkes yaşarken bir yandan da kendi hayatını yazar yaşam biçimiyle... Kendi hayatını hep başkaları izlesin diye yazarsan böyle olur. 'Başkaları hep beni izlesin' diye uğraşırsan kaptırırsın hayatının başrolünü. Kendi hayatının başaktörü olmak herkesin en doğal hakkıdır. Sen kendin izlemek için yaşa, o zaman hayatının başrol oyuncusu sen olursun" dedim. Kafası karıştı... Belki de iyi etmedim. İnsanların kafasını karıştırmamak gerekir...
|