| |
Allahuekber...
"90. yılda 90 bin şehit anılıyor" girişiminin temsilcisi Prof. Dr. Bingür Sönmez'in gönderdiği mektup, kitap ve CD'yi bu ayın başından beri inceleyip duruyorum. Bingür Sönmez mektubunda, zaman yitirilirse, Sarıkamış'ta yitirdiğimiz insanlarımızın şehitliklerinin de tamamiyle kaybolacağını hatırlatıyor. Mektubun bir bölümü şöyle: "Bildiğiniz gibi 1914 yılında yaşanan bu dram 22 Aralık 1914'te başlayıp 5 Ocak 1915 tarihinde bitmiş ve tarihte örneği olmayan bir mağlubiyet yaşanmış ve 150 bin mevcutlu 3. Ordu'nun yüzde 95'i yüksekliği 3150 metreye varan Allahuekber ve Soğanlı Dağları'nda karlar altında kalmıştır. Eklediğim CD'de göreceğiniz gibi mart ayı geldiğinde toplanan şehitler ya toplu mezarlara defnedilmiş ya da kurdakuşa yem olmaması için bir araya toplanıp üzerlerine taş yığılmıştır. Bu CD'de bulunan 1914 yılında Ruslar tarafından çekilmiş iki filmdeki görüntüler çok hazindir. ...Sarıkamış Dayanışma Grubu olarak tek arzumuz Enver Paşa'ya hesap sormamak için üzeri karlar ile örtülen 90 bin şehidi Çanakkale Şehitleri düzeyinde anmak, Sarıkamış'a bir 1914 Sarıkamış Harekatı Müzesi kurmak ve ilginin devamını sağlamak için her yıl 22 Aralık 5 Ocak tarihleri arasında Allahuekber ve Soğanlı yürüyüşleri yapmak."
Yıllardır, büyük bir yenilgiyi, olağanüstü bir yaratıcı zarafetle film haline getiren Avustralyalılar'ı anımsar dururum. "Gelibolu" filmi bugüne kadar gördüğüm en duygusal savaş filmidir. Yenilenlerin bunu nasıl anlatabileceğinin belki de eşsiz bir örneğidir. Bir ülkenin kendine güvenmeye başlayınca tarihsel başarısızlıklarını ve yenilgilerini de filmleştirebileceğinin muhteşem bir kanıtıdır. Prof. Dr. Bingür Sönmez'in öncülüğündeki girişimin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün himayesinde gerçekleşmesi, Türkiye'nin de "yenilgiyi" anma düzeyine erişebileceği umudunu veriyor. Nitekim, Genelkurmay Başkanı Özkök, Sarıkamış Şehitleri için yayınladığı bildiride, "Sarıkamış, yönetim biliminde, hayal ile gerçek ve yönetilemeyen risk ile yönetilebilir riskin ne anlama geldiğini gösteren en çarpıcı örnektir" demekte...
Genelkurmay Başkanı'nın altını çizdiği "hayal" ile "gerçek" arasında kaybolan tarihi skandalları ise, Bingür Sönmez'in bana yolladığı, Alptekin Müderrisoğlu'nun Kastaş Yayınevi'nden çıkan "Sarıkamış Dramı" adlı araştırmasından öğrenmek mümkün... Sarıkamış'ta ölüme teslim edilen binlerce çocuğun dramının bir adım öncesinde, Osmanlı Genelkurmayı'nın Almanlar'a teslimi var. 1913 yılında General Liman Von Sanders başkanlığında 42 subaydan oluşan Alman Heyeti'ne birer üst rütbe verilmekle kalınmamış, Türk üniformaları da giydirilmiş. Böylece Almanya'da tümgeneral olan Liman Von Sanders mareşalliğe yükselmiş ve ordunun komutasını ele almış. Nitekim, Çanakkale Savaşları'nı da o yönetmiş... Osmanlı Genelkurmayı'nı yabancı ordu komutanlarına teslim etmekle kalmayan Enver Paşa, gene Almanlar'ın kışkırttığı pantürkist akımın hevesiyle çocuklarımızı Sarıkamış'ta dondurdu. Bu, Almanlar'ın çok işine geliyordu.. Çünkü Rusya'nın üzerine gönderilen Osmanlı Ordusu, Doğu Avrupa'da Almanlar'a karşı savaşan Ruslar'ın kuvvet çekmesine sebep olacaktı.
Tabii, bir de Enver Paşa'nın yenilgi sonrasında gerçeği tahrifatı ve inanılmaz ölçülerdeki baskısı var... Türkiye'nin elinde bu dönemden kalan bir tek fotoğraf var, diğerleri hep Rus arşivinden alınmış.. Tek bir satır yazılmaması için inanılmaz bir yayın yasağı konmuş ve baskı uygulanmış... Enver Paşa bunu Saray'a zafer olarak bildiren telgraflar çekmiş.. Doksan bin insanı orada kırdırıp sıvışarak Erzurum'a geldiğinde ise, İstanbul'a çektiği telgrafta sadece eşi Naciye Sultan'ın değil, köpeğinin durumunu da sormuş...
Sarıkamış faciasının perde arkasını okumak, bizim bir ömürdür kurbanı olduğumuz anlayışın nerelerden, nasıl doğup geliştiğini somut olarak gösteriyor. Saydamlaşmanın ön aldığı günümüzde, eski hastalıkların yeniden hortlamasını istemiyorsak, Sarıkamış'taki insanları dondurarak öldüren zihniyetin önünü ve arkasını da daha geniş bir şekilde araştırmalıyız. Sarıkamış'ı 90 yıl sonra da olsa nihayet konuşabildiğimize sevinirken, bu faciayı 90 yıl boyunca niye konuşamadığımızı da merak etmeliyiz.
|