| |
|
|
Herkesin ağzı var, her şey söylenebilir..
Yaşanan bunca yıldan sonra ve gelinen noktada hâlâ "Ulusalcılık" diyerek "3'üncü Dünyalılık" veya "Baasçılık" yapmaya heves edenler varsa, onları bu cins düşüncenin nesli tükenen örnekleri olarak, koruma altına almamız gerekecek. Tayyip Erdoğan'ın, AB liderleri ile karşılıklı oturduğu masaya yumruk vurarak "Yeter artık, Sevr'i canlandırmak istiyorsunuz" diye bağırmasını ve Brüksel'i terk etmesini bekleyenler hâlâ varsa, onları ve beklentilerini Etnografya Müzesi'nde sürekli konuk etmemiz doğru olacak.. Atatürk döneminde medeni hukukunu ve alfabesini Avrupalı (Veya Batılı) olmak için değiştiren, çok partili demokrasi döneminde Avrupa Konseyi'ne, OECD'ye, NATO'ya üye olan, Ortak Pazar'a (Şimdiki Avrupa Birliği'ne) üye olmak için Ankara Antlaşması'nı imzalayan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkını kabul eden, ekonomisini IMF standby'ları ile düzenleyen Türkiye'nin, 2004'te "Anti emperyalist Kurtuluş Savaşı" başlatmasını önerenler varsa, onlara "Her toplumda böyle şeyler olur" diyerek, hoşgörü ile bakmamız lazımdır. "Benim dedelerim Viyana kapılarına fethetmek için dayanmıştı, şimdi bizler ya Avusturya bizi veto ederse diye korkuyoruz" şeklinde tepki gösterenler varsa, onlara tarihi yeniden okutup, Viyana'yı almak isteyen Osmanlı İmparatorluğu ile Viyana'yı savunan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun, müttefikler olarak 1'inci Dünya Savaşı'nda yenildiklerini ve parçalandıklarını öğretmek yolu denenmelidir. "Lozan'da kazandıklarımızı Brüksel'de veriyorsunuz, Kıbrıs'ı peşkeş çekiyorsunuz" diyenlerin, "Misakı Milli" ile "Lozan"ı karşılaştırmaları söylenmeli, "Kurtuluş Savaşı'nı kazandığımız halde neden Ege Adaları, Batı Trakya Yunanistan'a, 12 Adalar İtalyanlar'a, Musul-Kerkük İngiliz mandası olan Irak'a, Kıbrıs İngilizler'e bırakıldı, neden Osmanlı borçlarını Türkiye Cumhuriyeti yüklendi" sorusunun cevabını aramaları istenmelidir. Bugün AB-Türkiye birlikteliği için olumsuz ne söyleniyorsa, 1922-23'te daha ağırları Lozan için söylenmiştir. Bu konuya ilgi duyanlar, TBMM'nin Lozan'ın tartışıldığı gizli zabıtlarını artık okuyabilir. Çünkü bunlar artık gizli değil. Cumhuriyet'i kuran kadrolar Atatürk'ün önderliğinde, "Barış"ın ancak gelişmiş dünya ile uzlaşarak sağlanacağına inanmış ve bu politikayı Lozan'dan başlayarak izlemişlerdir. 2004'te de Türkiye'yi yönetenler ve halkın büyük çoğunluğu, aynı yolun izleyicileridir. Şimdi bu izleyiş, "Müttefik" olmaktan öteye "Entegrasyon" aşamasında. Türkiye, demokrasinin egemen, hukukun üstün olduğu, temel hak ve hürriyetlerin kutsandığı, bireyin devletle eşit sayıldığı, siyaseti de, idaresi de şeffaf bir ülke olmak yolunda ilerlemektedir. Bunun için akılcı yol, "Avrupa Birliği" adı verilen " Büyük Demokrasi Projesi"ne tam uyum sağlamak ve "AB Üyesi" olmaktır. Bu gerçeği "Milli Görüş" kökenli Tayyip Erdoğan da gördü ve kendine misyon edindi. Hâlâ Genel Başkan koltuğunda Atatürk'ün oturduğu ileri sürülen CHP, bu yolda parazitli sesler çıkarırsa, sadece küçük siyaset yapılmış ve ayıp edilmiş olur.
|