| |
|
|
Zaman ve ezan
Türkiye'nin en önemli sosyologlarından Mübeccel Kıray'ın bir anısı vardır. 1940'larda ABD'ye gider. Bir gün trene binecektir. Tarifeye göre kalkış saati 14.32'dir. İstasyona varır. Saati 14.35'i göstermektedir. Tam bu sırada tren gelir. O da hemen biner. Ancak tren başka bir yere gitmektedir. Aman ne oluyoruz? Derken olayı kavrar: 14.32 treni saat tam 14.32'de kalkmıştır. Onun bindiği 14.35'teki başka bir trendir. Böylece saatin, dakikliğin, zamanlamanın, tarifenin önemini bizzat yaşayarak öğrenir.
*** Bu anekdotu niye hatırladım? Çünkü Batı ile Türkiye'yi karşılaştırırken 'bir işi tam zamanında yapma' konusu sık sık öne çıkarılır. Bizim... Yani 'doğulu' Türkler'in zaman kavramının Batılılar'dan farklı olduğu söylenir. (İlk aklıma gelenler Ahmet Haşim ile Ahmet Hamdi Tanpınar'ın yapıtları...) Son örnek ezanın tam vaktinde okunması yönündeki çalışmalar... Ezanın aynı anda başlaması için camilerde düzenek kuruluyormuş. Yani bu alanda da modernleşiyoruz. İnisiyatifi müezzine bırakmayıp, zamanlamayı rasyonel hale getiriyoruz. Böylece her ramazan ortaya çıkan 'iftar topu atıldı mı, atılmadı mı' karmaşasının önüne geçilecekmiş. Güzel. Ancak kişisel deneyimler bazen buna uymuyor. Geçenlerde sabaha karşı uyandım. Henüz güneş doğmamıştı. Balkonun kapısını açtım. Temiz havayı içime çektim. Evin içinde amaçsız amaçsız dolaştım. Derken sabah ezanı başladı. Önce uzak bir camiden. Üç beş saniye sonra yakınımızdakinden. Ondan iki saniye sonra bir başkası... Böylece 'Allahuekber' sesleri dalga dalga yayıldı. Tüm İstanbul'u kapladı. Bu sesten etkilenmeniz için illa da Müslüman olmanız gerekmiyor. Bir kentin, daha doğrusu koca bir coğrafyanın tınısı bu aynı zamanda. Müzikal karakteri. Sesteki ruh, ruhtaki titreşim! Ve inanın bunda; o ezanların tam vaktinde değil de... Anlatmaya çalıştığım gibi farklı anlarda başlayıp dalga dalga yayılmasının da etkisi var. Yok mu?
|