Oyuncak deyip geçmeyin!
Derler ki... Çocukluğumuzda ele-avuca aldığımız oyuncaklar, olgun yaşlarımızdaki karakterimizin hatta, mesleğimizin habercisidir! Derler ki.. Bir insan, yedisinde neyse, yetmişinde de aynıdır! Ve derler ki.. Adam olacak çocuk, oyuncağından belli olur! Doğru yanlış, kim demişse demiş ama bizim Sunay Akın'ın, birbirinden ilginç ve muhteşem oyuncaklarla dolu "Oyuncak Müzesi"sini gezerken bir yandan da bu "fikir"leri düşünüyorum.. Ne kadar doğru acaba? Hatta kendi oyuncağımı da hatırlamaya çalışıyorum..! (Merak edenler için! Sırtındaki anahtarı, yani zembereğini çevirince yürümüye ve konuşmaya başlayan bir çocuk! Doğru, "yollar yürümekle aşınmaz" deseler de ben yıllar boyunca epey yürüdüm (!) bir de arkadaş sohbetlerinde sözümü hiç esirgemedim, işim gereği de çok konuşuyorum!) Sunay'ın müzesindeki asırlık ya da "antik" oyuncaklar, insanlığın ilgi alanlarına, hayallerine, duygularına, hatta teknolojik sürece ilişkin bir fikir de veriyor. Varını yoğunu, tüm zamanını, oyuncak aramaya, bulmaya ve almaya harcamakla kalmayıp, bir de her biri için inanılmaz araştırma yapıp kitaplar deviren, öykülerini buluveren ve şakayla karışık söylemek gerekirse bir "oyuncak profesörü"ne dönüşen Sunay, bir "çocuk heyecanı"yla, müzeyi gezdirirken tek tek açıklama yapıyor, bir kitap dolusu bilgi de sunuyor! Bir kere şu kesin ki, oyuncaklar bilimin hep bir adım önünden gelivermiş... Örneklere bakmak yeter. -İnsanlık, uzaya ilk astronotu 60'ların ortasında gönderdi biliyorsunuz. Ancak Müze'deki uzay-astronot oyuncaklarından birine bakıyorsunuz ki üretim tarihi 1920'ler... Hayalle gerçek arasındaki yıl farkı karşısında şaşırıyorsunuz! -İnsanoğlu, tekerleği ilk kez oyuncak olarak yani oynamak için düşünmüş ve yapmış, yıllar sonra da tekerleğin taşıma gücünü keşfetmiş ve gerçeğini üretmiş... -Wright Kardeşler, ilk uçağı, oyuncağından etkilenerek yapmış.. -Sinema bir oyuncak olarak doğmuş, sonra Lumier Kardeşler'e ilham olmuş.. Müze'deki sinema projeksiyon makinesinin oyuncağına bakıyoruz, üretim tarihi 1880.. Lümier'lerse, makineyi 1895'te gerçeğe dönüştürmüş!) Asırlar boyu insanlığın yaşadığı trajik olaylarla oyuncak ilişkisiyse gözyaşartıcı.. Düşünebiliyor musunuz.. 1912'de Titanik batıyor. Yüzlerce insan Okyanus'un derinliklerine gömülüyor... 1912'de bir oyuncak firması, göçüp giden Titanik yolcularının anısına, tam 1912 adet "simsiyah oyuncak ayı" üretiyor (Ki o yıllara kadar hiç siyah ayı üretilmemiş. Yani, Titanik için karalar bağlanıyor!) Ne ilginç. Yine, Sunay kardeşimden ve eline alıp gösterdiği oyuncaklardan öğreniyoruz ki.. 1930'ların Hitler Almanya'sında üretilen "oyuncak askerler" nasıl dersiniz? Kitap okuyan, akordiyon çalan, mektup yazan, çimlere uzanmış gökyüzüne bakan askerler, diz boyu, sıra sıra. Yani, Alman gençleri askerliğe, savaşa, en sempatik yöntemlerle davet ediliyor! Propaganda, romantizmle birleşiyor! Aman Tanrım!.. Ve feci bir durum daha.. Atom bombasının oyuncağının üretim tarihi 1930'lar. Nagazaki ve Hiroşima'yı hatırlayalım mı? Tarih, 1945.
Doğrusu, başım dönüyor, canım sıkılıyor ama bayramdan sonra açılacak olan bu Müze'nin insanlık, hele hele çocuklar için büyük bir misyon içereceğini düşündükçe ferahlıyorum. Şimdi.. "Sunay'ın şiirleri ne olacak peki, oyuncaklarla haşır neşir olmaktan o güzelim şiirlerine hasret kalır mıyız?" diye soranlar da olabilir.. "Hayır" derim ben de.. Zaten yazmasına yazıyor da.. Peki, sizce.. Beş katlı babaevini, yani Göztepe'deki asırlık köşkü, müteahhite, apartımana vermek ve paralarla oynamak varken. On yıldır, o şehir senin, bu ülke benim turlayıp, oyuncak toplayıvermek, "sahneden, kitaptan, babadan" biriktirdiklerini, Türkiye'nin ilk Oyuncak Müzesi'ne bırakıvermek, daha doğrusu çocukça bir çığlık atmak şiir değil de nedir? O halde, işte Sunay'ın son şiirlerinden biri!
Dizlerinin dibinde/ Sürerken teneke/ Polis arabasını/ Hırsızlarla birlikte/ Annemin çorabı da/ Kaçardı... Bir şiir daha.. Her akşam üstü oyuncakçı/ Camekanından/ Çocuk ellerinin / İzlerini/ Siler...
|