Kentler ve edebiyat
Doğu ve Batı Almanya birleşmeden birkaç yıl önceydi. Daha duvar yıkılmamıştı ve Berlin'in 750. kuruluşu kutlanıyordu. Aziz Nesin, Pınar Kür ve ben Türk edebiyatı üzerine konuşmak için çağrılıydık. O yılların Batı Almanya'sı, dolayısıyla Batı Berlin'i kentlerini bir dünya kültür başkenti yapmak için oldukça hummalı ve yoğun bir çalışma ve çaba içindeydi. Şimdi adını anımsamıyorum, Batı Berlin Parlamentosu Kültür Bakanı bir akşam, biz Türkiyeli konukları için bir resepsiyon verdi. Berlin'de operadan baleye, şiir söyleşilerinden sokak konserlerine kültür aktivitelerini anlattı. Bütün bunlar muazzam bir parasal kaynağı işaret ediyordu. Söz arasında sormuştum: "Sayın Bakan, bütün bu işler için parayı nereden buluyorsunuz?" İki sözcükle yanıt vermişti: "Kağıt, teneke ve şişeden..." Sonra da açıklamıştı: Berlin içinde çöpe atılan sandviç, el ilanı, gazete gibi her türlü kağıt; bira, meyve suyu, konserve kutuları gibi tenekeler, hatta cam kırıkları, şişeler... Bütün bunlar Berlin belediyesi tarafından toplanıyor, daha sonra paraya dönüştürülüyor ve bu para da yalnızca kültür ve sanat aktiviteleri için kullanılıyordu. Bu paranın karşılığı da o zamanın değeri ile yaklaşık 40 milyon Marktı... Düşünün, hemşehrilerinden vergi almadan bir belediyenin çöpten sanata aktardığı para yılda 40 milyon Mark... Bu bütçenin içinde sinema, tiyatro, bale kadar edebiyat da büyük bir yer tutuyordu. Berlin, işte bir de bu yüzden, yani bütün sanatları kucakladığı için bir kültür kentiydi. Şimdi, şunu sormak istiyorum: Nedir bir kentin kimliğini belirleyen öğeler? Neden tarihsel kentler diyoruz? Yüz yıl öncesinden kalmış birkaç konak kalıntısı mı o kentin tarihselliğini belgeleyen? Gazeteci ve şair kimliğimle Türkiye'de, son otuz yılda Hakkari'den Edirne'ye, Sinop'tan Mersin'e gezip görmediğim kent, kasaba, köy kalmadı. Sarp kapısından Zonguldak'a bütün Karadeniz kıyı kentleri yapı itibariyle birbirine benziyordu. Mersin'in Diyarbakır'dan bugün bir farkı yok. Taşın ve inancın şiiri olarak Mardin üzerine koca bir kitap yazdım. Mardin, bugün taşa olan inancını yitirmediği için bir Ortaçağ kenti kimliğiyle ilgi odağı... Peki, Amazonlar'n ülkesi, Diyojen'in anayurdu Sinop niye kültürel ufkumuzun dışında kalmış görünen bir kent?
KÜLEBİ ADINA TOKAT Mardin "taş"ını pazarlayabiliyorsa Sinop da edebiyatını pazarlayabilir... Mesela Tokat, neden Cahit Külebi adına bir cazibe merkezi olmasın? Tarihi bir kent olarak Tokat'ın eski evleri onarılmış olabilir, ama Külebi adına yapılmış bir kültür merkezi bu cazibesine cila vurmuş olamaz mı? Bu merkezde Külebi'nin hem kişisel, hem edebi yaşamı sergilenebilir, hem de Tokat'ın gençleri kitap okuyarak, tiyatro ve sinema izleyerek kültürel yaşamlarını renklendirebilirler. Meraklısı, Cahit Külebi aşkına Tokat'a, Cemal Süreya aşkına Erzincan'a, Bekir Yıldız aşkına Urfa'ya, Zeyyat Selimoğlu için Rize'ye, Yaşar Kemal ve Orhan Kemal için Adana'ya niye gitmesin? Böyle bir hareketlilik, neden ve niçin bir "edebiyat turizmi"nin gelişmesine vesile olmasın?
|