1940'lı dogmalar, 2004'lü batmalar
Başbakan Erdoğan'ın önceki günkü konuşmasında geçen '1940 model dogmalarla millet tanımı yapmak' yollu gönderme hak ettiği yankıyı bulmadı. Ayrıca bu ağırca eleştirinin neden icap ettiğini, kimi hedef aldığını da anlayamadım.. Milliyetçi bir renk taşımakla beraber kendimi hiçbir zaman ideolojik bir çerçevenin mahkumu olarak hissetmediğim için başbakanın göndermesinde üstüme alacak bir şey de bulamadım. Şahsen 'Türk' kelimesini bir ırkın değil, ortak bir tarih ve kültürün adı saydığım için millet tanımı diye bir sorunum yok. Ancak başbakanın alaya aldığı o köhne millet tanımlamacılarının kimler olduğunu merak ediyorum.. Hedef muğlak.. Göndermenin adresi askerler de olabilir, etkinliği çok sınırlı milliyetçi basın da.. Başbakan belki de kendi partisinden bazı kişileri hedef almıştır. (Netekim bu partide bir miktar 'resmen milliyetçi' kesimden gelme vekiller, bakanlar mevcut. Tıpkı onların en uç karşıtları olan ve bölücü ilan edilmekten çekinen bir hayli 'gizli milliyetçi' mevcut bulunduğu gibi.) Kısacası göndermenin adresi belirsiz.. Lakin bundan daha önemlisi şu ki sayın başbakan hiç gereği yokken topluma 2004 model bir millet tanımlaması borçlanmıştır. Halk tarafından seçilmiş bir başbakan olduğu için mutlak saygı duymak istediğim Erdoğan'ın böyle gölgelerle, imalarla, göndermelerle eleştiri ve hatta suçlama yapması karşısında üzülüyorum, bu kötülüğü ona yaptıran çevresine kızıyorum.. İçinde ahbaplarımın da bulunduğu bu has çevre halka ideoloji dayatmaktan yakınırken muğlak bir ideolojik dalgalanma hali üretme ihtiyacını neden duyuyor.. Devlet ideoloji dayatmasın da, halkın seçtiği siyasetçi mi dayatsın? Gölgelerle, imalarla, göndermelerle, varsayımlarla konuşuyor ve bunu bir dövüş sanatı sanıyoruz. Kah cihattan bir türev olarak, kah siyasi mücadele olarak, nihayetinde dostluk aramadığı, daha açıkçası düşman icap ettirdiği için savaş.. Ve asla yiğitçe değil! Nemrud'un ateşini söndürmek için kursağındaki su damlacığı ile koşuşturan karınca kadar 'haysiyetli vaziyet alış' sergilediğimiz an ciddiye alınıyor ve önemseniyoruz. Lakin bu karakter kıvamı çok nadir. Hele sürekli bu karakterin gereğini yaşayan ve yaşatan adam enderin enderi. İnsanımız ezici çoğunluğuyla haysiyetli vaziyet alış halinden uzak dalgalanmalı kişiliksiz edilgin 'buyur efendim'ci.. Şöyle kalabalık bir yerde 'ulannn' diye haykırılsan 'kimse bana böyle hitap etmeyeceğine göre niye bakayım' duygusu içinde dönüp göz atmaya bile tenezzül etmeden yürüyüp gidecek özgüven sahibi çok az. Tabii ki bu bireyleşememe hali, kültür köklerimizden gelen güncelleşmemiş bin türlü yaramaz töreden tortulaşmış bir çökelti. Güncel olarak da iki dinamik var: Birincisi, askerlik hizmeti sırasında erkeklerimizin çoğunun uğradığı kişiliksizleşme süreci.. (Bu süreç Türkiye'yi küçük Amerika yapacak (!) dalganın başladığı 50'li yıllar boyunca adeta sinsi bir tezgah sonucu çok fazla zevkperest olarak yetiştirilen ortalama subayın ürettiği kaba disiplin yönteminin marifetidir.) İkinci dinamik ise kadınımıza yönelik güya namus merkezli kapatıcı ve aşağılayıcı aile içi eğitimin sürmekte oluşu.. Bu iklimde genç erkek veya kadının kişiliği nasıl yeşersin? Atatürk'ün yenileştirici-deneyci -dış siyaset hariç yer yer maceracı- inkılapçılığın yerine törensellikten ibaret sığ devlet ideolojisi oturtulmak istenince ilkesiz, yönsüz gündelik yaşayan vatandaş türü sebil oldu. Bu kültürsüzleştirme ve köksüzleştirme süreci toplumun bütün katmanlarını kaypak tepkilerin zavallıları haline getirdi. Onun için birey ve kurum olarak ezici çoğunluk lafının tamamını söyleyemez, niyetini açığa vuramaz, tavrını koyamaz, tarafını açıklıkla beyan edemez oldu. Bozgun yüzyıllarına nokta koyar gibi olup yeni bir diriliş deneyi başlatacak gibi görünen Türkiye'yi yarım asır içinde kah horlayıp kah okşayarak, bir fırına, bir buzluğa sokup çıkararak iğdiş eden sürecin özeti budur. Onun içindir ki, çoğu zaman şuna veya buna söyleyeceği sözü olduğunu zanneden kişi kalabalık önünde nutuk atarken elini ters kulağına götürerek havale yapar. Buradan söyler, oradan üstüne alması gereken duysun ve içine otursun ister.. İki cami arasında beynamaz misali, iki kültür arasında körkütük kişiliksiz olduk.. Tanımlamasından geçtik, ortada millet denebilecek bir şey kalsaydı bari..
|