Ölülerin kenti Pere Lachaise
Bayılırım mezarlıklara. Hakikaten. Mezarlıkları sevmek için beyaz bir surat ve satanik bakışlarla gezmek şart değildir.
Bu inanılmaz "Nekropol"de, her şeyden önce, "Yas tutma" hissinin verdiği, başka hiçbir mekanda bulunmayan o saygılı sükuneti severim. İstisnasız herkes daha mezarlıktan içeri adım atarken, üzerine eğreti bir "Öteki dünya" korkusu geçiriverir. Ölülerin ruhlarını rahatsız etmemek için olsa gerek, adımlar ve nabızlar yavaşlar, sesler kısılır, yüz kasları gevşer. Yakınlarını ziyarete gelenler önce, son gelişlerinden bu yana mezarda biten otları yolup, mermerleri sıvazlar, çiçekleri sular. Ardından da mezar başında, ölüme giden o tuhaf eşikte düşüncelere dalarlar. Ben de onları seyretmeye, kimi sade, kimi süslü, kimi bol çiçekli, kimi metruk mezartaşlarının üstündeki fotoğraflara, isimlere, tarihlere bakıp hayatlar uydurmaya bayılırım. Tanımadığım insanların cenazelerinden göz ucuyla sahneler çalar, "sosyolojik bir laboratuvar" gibi, yakınlarını uğurlayanları seyrederim. Kimileri kendilerini yerden yere vururken, kimileri bütün aileyi toparlama görevini üstlenir, bazıları gösteriş derdindedir, bazıları ise tamamen alaksız konular hakkında laflamakla meşguldür. Paris'in en büyük yeşil alanı Pere Lachaise günün her saatinde, elindeki plana bakarak meşhurların mezarlarını arayan turistlerle doludur. 44 hektarlık bir alana yayılmış 12 bin muhteşem ağaç binlerce mezarı gölgeler. Oscar Wilde, Edith Piaf, Chopin, La Fontaine, Moliere, Balzac, Visconti, Delacroix, Proust gibi dahi beyinlerin, akşamları son ziyaretçi de dışarı çıktıktan sonra "Zaman - mekan boyutu" gözetmeden birbirleriyle sohbet ettiğini düşlerim. Efsanevi aşıklar Heloise ve Abelard'ın yan yana yatan heykellerinin önünden tutkuyla, Auschwitz kurbanlarına ayrılan bölümden utançla dolarak geçerim. Jim Morrison'un mezarını bulmak için bira ve ot kokusuyla gitar sesini takip etmek yeterlidir. Biraz daha yürüyüp krematoryuma varır, üst üste duran ufacık çekmecelerin her birinin içinde farklı bir hayatın küllerinin durduğunu düşünürüm. Bu acayip mekanın tarihindeki nekrofiller bile meşhurdur ama bu kadar sapıklığı içim kaldırmadığından o konuya hiç bulaşmıyorum... 1804'te mezarlığa dönüşen Pere Lachaise'de Türklerin de özel yeri olmuştur. Napolyon, Kırım Savaşı sırasında Osmanlı Devleti'ne bir jest olarak, mezarlığın içine Türk bölümü ve cami yaptırmış, ancak bu mekan 1914'te ilgisizlik yüzünden yıkılmış. Pere Lachaise'in misafir ettiği en ünlü Türk ise bilindiği gibi Fransa'da ölen Yılmaz Güney'dir.
Sedef Ecer
|