| |
|
|
"Altını tutamamak" siyasi bir hastalıktır
Garip bir durum var ortada. AK Parti iktidarı, Türkiye'yi de kendisini de çok başarılı bir şekilde Avrupa Birliği'nin eşiğine taşıdığı bir noktada, "Zina"yı kriter alarak "Benim tabanım kim" sorusuna cevap aramaya başladı. Oysa Tayyip Erdoğan'ın şahsında temsil edilen AK Parti'nin kurumsal kimliği içinde, bu partinin tabanını Blair'in de, Schroeder'in de, Berlusconi ve Karamanlis'in de oluşturduğunu düşünmeye başlamıştık. Hatta Verheugen bile, AK Parti iktidarının reformlarına hayranlık duyanlar listesine girmişti. AK Parti'nin yerel tabanında tabii ki, muhafazakarlar ve mukaddesatçılar da var. Bırakın zinaya hapis cezası verilmesini isteyenleri. Zina yapan kadınların recm edilmesini isteyenler de var tabanda. Ama artık AK Parti için "Taban"ın daha geniş içerikli bir kavram olması gerektiği bir zamana geldiğimizi düşünüyorduk. Dün Hürriyet'te Fatih Altaylı "AKP ne yazık ki bir şeyin farkında değil. O da bugün artık AKP'nin tabanının beni, çevremi de kapsadığı. Bu girişimleri dışında AKP'nin ülke yönetme biçimini, kendime çok yakın buluyorum" diye yazarken, bunu anlatmaya çalışıyordu. AK Parti iktidarının attığı adımlara "Avrupa Tabanı"ndan gelen tepkileri de, Fehmi Koru Yeni Şafak'taki yorumunda farklı boyutlarıyla değerlendirmişti: -Bugünün dünyasında 'bize özel sorun' yok; her ülke daha başka ülkelerle birlikte ve siyasetçiler de sorunları onlar önünde tartışmak, global kamuoyunu ikna etmek zorunda. Son krizin, bugüne kadar pek farkında olunmayan bu 'sınır-aşırı örgütlerin etkisi' konusunu artık dikkat çekecek bir unsur olarak önümüze koyması 'hayırlı' değil mi? Taban kavramını çok değişik tahliller içinde ele almak tabii ki mümkün. Ancak AK Parti'nin öz-tabanını aşıp, global bir tabana dayanmaya başladığı gerçeğini görmemek mümkün değildi. Nedense bu durum, başta Tayyip Erdoğan olmak üzere, birtakım damardan AK Partililer'i huzursuz etmiş olmalı ki, ceza kanunu çalışmaları içine zinayı karıştırıp, kendilerini, o geniş ve sınırsız tabandan soyutlamak için, ellerinden geleni yapmaya başladılar. Sonunda öyle bir görünüm vermeye başladılar ki, sanki zinanın cezalandırılması uğruna Avrupa Birliği projesinden de vazgeçebilirler. Dün bu partinin Grup Başkan vekili Haluk İpek'in "Eğer AB'nin bu tür dayatmalarına göz yumarsak, ileride başka ülkelere ileri sürmediği birçok hususu Türkiye'den ister hale geliriz" demesi buna örnek değil midir? Aynı sırada AB-Türkiye Karma Komisyonu Başkanı Hollandalı Joost Lagendijk'in söyledikleri ise bu konudaki endişelerimizi artırır niteliktedir: -Evlilik dışı ilişkinin hapisle cezalandırılacağı bir Türkiye'nin Avrupa'da yer bulması imkansızdır. Bu konunun ve tartışmaların uzaması, Türkiye'yi Avrupa'dan dışlamak isteyenlerin tezlerini ne yazık ki gün geçtikçe kuvvetlendirmektedir. Aşk ilişkilerinin hapisle cezalandırılması yalnız Avrupa'nın değil, insan olarak bizlerin de asla kabul edemeyeceğimiz bir şeydir. Bu tasarıda ısrar etmek Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne almayın demektir. Son sözler olarak diyeceğimiz şunlar olabilir. Herkesin bir tabanı vardır. Türkiye'de darbe yapanların da geçmişte "Altımı tutamıyorum" dediklerini hiç duymadık mı? Demokrasiye ve evrensel hukukun gereklerine yürekten inanmış olanlar, altlarını toplamak yerine, akıllarını başlarına almayı ön planda tutarlar. Politikacılar, tabanlarının peşinden koşmak yerine onun önüne geçip vizyon açabildikleri zaman, "Devlet Adamı" adayı olurlar.
|