Hayal bu ya!
Önceki gün Brüksel'de, Avrupa'ya Türkiye'yi anlatmaya çabalayan... Lobici filan değil, ülkelerinde saygın isimler olmuş, önemli makamlarda bulunmuş, hala Avrupa sahnesinde ağırlıkları olan altı kişiyi dinlerken düşündüm de... Onlar "kadim Türk dostu" filan değildi. Kendilerince bir takım ilkeler ve dikkate aldıkları gelişmeler ışığında etkilenmişler, etkilemeye çalışıyorlardı. Öyle bir rapora imza atarak, dini, kültürel, tarihi, ekonomik gerekçelerle yahut sıradan ön yargılarla "Türkiye'den hoşlanmayanlar" karşısında siyasi, insani riskler de almışlardı. Ama her birinin ağzından, raporların kuru dili dışında, samimiyetleri konuştu. Bu sütun da dahil, bir çoğumuzun "içeriden" eleştirdiği (ve eleştiri sürmeli!) bir ülkeye, bizim ülkemize... Kendini değiştirebilen, kendini geliştirebilen... En umutsuz, en ışıksız, en hareketsiz ve uyuşmuş göründüğü anlarda bile sıçrayabilerek şaşırtıcı ufuklar açabilen bir topluma duydukları saygıyla bakıyorlardı. Ölüm döşeğinde değişmeye çabalayan bir imparatorlukta da... Onun içinde gelişen muhalefet hareketlerinde de... Onun enkazı üstünde tohumlanan, adımlanan Cumhuriyet'te de... Kör topal, bir çok insana ağır bedeller ödeterek gidip gelen, kah emekleyen kah zıplayan demokrasi deneyiminde de... Şöyle ya da böyle değişme çabasına giren ve belki kendi samimi demokratik değişimini tamamlamadan bir takım reformlar üstlenen "İslamcı kökenli" iktidar partisinde de, olumlu bir dinamik görüyorlardı.
*** Elbette, "Avrupalıları ikna etmek" için öncelikle "Avrupa Birliği'nin Türkiye'nin üyeliğinden çıkarları" üstünde duruyorlardı... Ancak, İtalyan, Finlandiyalı, Polonyalı, Fransız, Avusturyalı yahut Hollandalı... Biraz yakından inceledikten, biraz yakından anlamaya çalıştıktan sonra, bu ülkede belki bizim bile tam hissedemediğimiz bir "kabiliyet" seziyorlardı. Onların zaviyesi bir yerden sonra önemli değil. Bir yerden sonra, "kendimizi beğendirip" Avrupa Birliği yolunu açmamız, üye olup olmamamız da önemli değil. Ama şu var: Fransa'nın eski başbakanı, Sosyalist Parti'den Michel Rocard'ın ifade ettiği ilke ve değer dizisi içinde, kendimizi yeniden değerlendirmemiz. Asıl meselenin, insanların barış ve temel haklar ile özgürlükler içinde yaşayıp yaşamaması olduğunu, AB'nin ne kadar ne kadar genişleyip genişlemeyeceğinden önce, bu değerlerin mümkün olduğunca yayılmasının önem taşıdığını söyledi. Biz de... Sağa sola, başkalarının üstümüze biçtiği "model ülke" havalarında bakmak yerine...
*** Hemen yanıbaşımızdaki acılı coğrafyalara, komşumuz, bazen kardeşimiz olan halklara... Bu değerleri taşıyabilen... Gündelik hesaplar yahut korkular gölgesinde değil, hamasi laflarla değil; insani-vicdani ilkeler, değerler ölçeğinde, ses ve nefes verebilen "iyi ve doğru bir yer" olabiliriz. Birbirimizden korkmanın, adaletsizliklerle siyaset ve kazanç yapmanın, kendi insanlarına acı vererek rejim, düzen yahut çıkar korumanın "iyi, doğru ve saygın olmadığını" yeterince kavrarsak ve sindirip kurumlaştırabilirsek!
|