Eğreti Gelin ve Atıf Yılmaz...
Hafta içinde Eğreti Gelin filminin Eskandil' deki tanıtım toplantısına davetliydim.. Filmi, Atıf Yılmaz yönetecek, Müjde Ar, Nurgül Yeşilçay, Fikret Hakan, Füsun Demirel ve daha pek çok oyuncu da rol alacak, Kastamonu'da çekimi yapılacak, Yeşilçam'ın şu bakir ortamında yine bir avuç insan riske ve fedakârlığa boğulacak vs.. Tamam.. Her şey iyi, güzel, sinema için yürekler her daim atmalı, tabii ki gitmeliyim ama.. Bi mahcubiyet içindeydim ki sormayın gitsin! Hem de filmin yönetmeni Atıf Yılmaz' a karşı! Bu yüzden katılıp katılmamak konusunda tereddüt ettim önce.. Çünkü, ne olur ne olmaz, Atıf Abi'nin sonuna kadar haklı bulunduğu bi konuda (!) yüzümün kızarmasını ve gecikmiş (!) bi paparayı yemek istemiyordum! Ancak sonunda "hayatın ve Atıf Abi'nin canı sağolsun!" diyerek ve her şeyi göze alarak gittim.. İyi ki de gittim, bu usta yönetmenimizin heyecanına tanık olmak, bir filmin doğumunda bulunmak, aktör ve aktristlerin Yılmaz'a ilişkin saygı kelimelerini işitmek ve özeti, "bir şenliğin ilk ışığı" ndan aydınlanmak hoş oldu, mutlu etti beni.. Sağolsun Atıf Abi de yüzümü kızartmadı, paparayı atmadı ve "o eski hüzünlü şarkı" nın sözünü dahi etmedi!
*** Peki, Atıf Abi'yi son derece üzen -benden kaynaklanmıyor olsa da- bana kırılmasına yol açan durum neydi? Bi'vesile merakta bırakmamak ve kısaca açıklamak gerek! Üç beş yıl önceydi.. O dönemdeki yayın müdürümüz(!), varsa, "hatırat yazmış ya da yazmakta olan" -tabii ki tanınmış- sinemacılardan biriyle seri yazı derlememi istedi.. "Tamam" dedim.. Biliyordum, Atıf Abi, bir kitap yazıyordu, henüz bitirmemiş olsa da önemli ölçüde toparlamıştı. Rica ettim Atıf Yılmaz'a, o da mütevazı bir iki şart önerdi, henüz kitaplaşmadığı, yani ilk kez yayınlanacağı için de tanıtımının ve editoryal çalışmasının hak ettiği biçimde yapılmasını istedi. Atıf Abi'nin ricalarını ve isteklerini hatırlattım yayın müdürüne ve "hatıratı" "Görsel Anılar" diye başladık yayınlamaya.. İki gün geçti ki bi sabah baktım, seri yazı, sayfanın sonundaki "bitti" anonsuyla bitirilmiş! Sordum; "Yahu, ben, baldır bacak öyküleri, artistlerle yaşananlar, setteki çıplak sahnelerle ilgili anılar zannettim, ama baktım ki habire Ruhi Su'dan Uğur Mumcu'dan, sinemanın sorunlarından söz edip duruyor. (Yeter) diye, dizi yazıyı kestim" cevabını verdi yayın müdürü(!).. Donup kaldım. Atıf Yılmaz'a ne cevap vereceğimi bilemedim. 10 gün süreceği bilinen dizi, birdenbire sonlanmış, tuhaf bir durum çıkmıştı ortaya. Elbette, kullanıldığını hissetmiş, onuru kırılmıştı Usta'nın, kimi sözler de yerine gelmemişti zaten.. Ve o günden itibaren yüzüne bakamaz olmuştum! Gördüğümde mahcubiyetten yerin dibine giriyor, kaçacak delik arıyordum. Üç beş kez karşılaştığımızda minik ve soğuk bir merhabalaşma o kadar! Şu ya da bu, beni sorumlu tutmuştu haliyle, düşünün ki, sonsuz bir güven içinde el yazısıyla tuttuğu notları vermişti bana, gerisi laf-ı güzaftı! Adam(!) olsaydım da kurda kuşa yem etmeseydim o güzelim anıları, heba etmeseydim! "Her şey güzel olacak!" sözünü de eninde sonunda ben vermiştim! O beni bilir, benden söz alırdı ve nereden bilirdi baldır bacak anıları istendiğini! Haklıydı elbette..
*** Öyle geçip gitti yıllar ve önceki akşam Eskandil 'in Boğaz'a bakan terasında, nihayet sarılıp muhabbetleştik Atıf Abi'yle. Artık, o da anlamıştı diye düşündüm hem sorumlu hem sorumsuz olduğumu! Zaten, sinemayla hayatı, hayatla sinemayı en iyi bilenlerden biriydi o.. Sinemamızın yarım yüzyılı, hayatın en sıkı tanıklarındandı.. Atıf Yılmaz demek pek çok oyuncu, pek çok mekân, pek çok hüzün, pek çok öğrenci, pek çok ödül, pek çok film olduğu gibi.. Entrikaların süzgecinden, hoyrat ırmaklardan gelip geçmek demekti de.. O yüzden anlardı.. Ve zaten bu nedenledir ki Yeşilçam'daki ilk gün coşkusu, ilk zaman duygusu ve ilk gençlik yıllarındaki heyecanı içindeydi "Eğreti Gelin" in "Merhaba" toplantısında.. Evet halden anlardı Atıf Yılmaz. Hayatın da rejisörlerinden biriydi çünkü! İyi yolculuklar Atıf Abi... Kastamonu'da bol ışıklı günler sizin olsun..
|