| |
|
|
"Fair Play" sade spor sahalarında kalamaz ki!
Olimpiyat dolayısıyla ve özellikle doping kontrolleri ile "Fair Play" kavramı, gündemimize yoğun biçimde yeniden düştü. Fair Play, İngilizce'de önce şövalyelerin eşit şartlar altında dövüşmelerini ifade etmek amacıyla "Foul Play" şeklinde kullanılmış. Sonra Shakespeare bunu "Fair Play " diye yazmış. Spora da 18'inci yüzyıldan itibaren girmiş bu kavram. Öncelikle "iyi oyun" anlamına gelecek biçimde kullanılmış. Sonra "iyi oyunu ortaya koyacak ruh hali ve sporcuya yakışan davranış biçimi" diye, değerlendirilmiş. Daha sonradan da "iyi oyunu temin edebilmek için, oyuna katılanların tümünün mutlak olarak yerine getirmek zorunda oldukları davranış biçimlerinin tümü" olarak tanımlanmış. Şimdi uygar dünyada hem spor alanlarında, oyun alanlarında hem de günlük yaşantıdaki "Topyekun dürüstlüğü" ifade eder biçimde kullanılıyor. Artık fair play kurumsallaşan bir olgu. Örneğin 1974 yılında Uluslararası Fair Play Komisyonu tarafından hazırlanan Fair Play Deklarasyonu tüm üye ülkeler tarafından kabul edildi. Ve mesela 1999'dan beri Türkiye Futbol Federasyonu'nun "Fair Play Talimatı" var. Bu belge şöyle tanımlıyor fair play'i 5'inci maddesinde: "Futbol oyununu dürüstlük içinde oynama, rakibine sportmence davranma düşüncesinden hareketle, müsabakalara katılan kulüpler, oyuncular, hakemler, teknik yönetici, öğretici ve eğiticiler ve seyircilerin: a- Oyun ve yarışma kurallarına riayet etmeleri, b- Karşı takım oyuncularına, maçı yönetenlere, maçla ilgili diğer görevlilere, seyircilere, basın ve yayın temsilcilerine sportmence davranmaları ve bu konuda her türlü çabayı harcamaları, c- Maçlara katılan herkesin, maçtan önce, maç sırasında ve maç sonrasında, maçın sonucuna ve maçı yönetenlerin verdiği kararlara saygılı davranmaları, fair play hareketleridir." Gördüğümüz kadarı ile, fair play sade spor alanında sıkışıp kalmak durumunda değil. Dün, Bia Haberleri'nin Atina'dan bildirdiğine göre, "Pistte de fabrikada da Fair Play" diye bir kampanya sürdürülmekteymiş. 35 ülkeden sivil toplum kuruluşları ve eylemciler, 58 milyar dolarlık spor giyim endüstrisinin işçi haklarını yoğun bir biçimde ihlal ettiğini vurgulamak için dünyada 500 milyon imza toplamışlar. Bu eylemin gerekçeleri de şöyle: Firmaların piyasaya her geçen gün yeni ürünler sürmelerine rağmen ABD'de 1997'de 41 dolar olan bir çift spor ayakkabısının fiyatı 2002'de 37 dolara düştü. Karlılık oranlarını korumaya çalışan firmalar da maliyetleri düşürmek için işçilerin üzerindeki yükü artırıyor. Kampanyaya katılan örgütlerin yaptığı araştırmalar, spor malzemeleri üreten uluslararası firmaların çocuk işçi çalıştırdığını, işçilere çok düşük ücret ödediğini, zorunlu fazla mesai yaptırdığını; işyerlerinde cinsel ve sözlü taciz olaylarının sıklıkla yaşandığını gösteriyor. İşin olacağını söyleyelim. Evrensel vicdanda sonunda mutlaka yansıma bulan bu tür haklı eylemler, neticede uluslararası hukukta da, fair play kurumlarında da kabul edilen yazılı kurallar haline dönüşüyor. Yani şimdi olayı sessizce izleyen Uluslararası Olimpiyat Komitesi, sonunda "Pistte de Fabrikada da Fair Play" i benimseyecektir. Gelecek olimpiyatlarda, atletlerin sadece idrarlarının değil, giysilerinin markalarının da kontrolden geçtiğini görebiliriz. Çocuk işçiler tarafından üretilmiş ünlü bir marka spor ayakkabısını giyen bir atletin yarışmaya katılmaktan yasaklandığını duyabiliriz mesela. Dünyanın gidişi bu yönde. Önce bir avuç insan tarafından yakılan haklılık meşalesi, sonunda mutlaka "Evrensel Doğru" olarak kabul edilip, kurumsallaşıyor.
|