| |
|
|
Eksik olan şeffaflık değil, müeyyidesizlik
Kayseri'de gazetecilerle konuşan Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Gül'e, MİT ve Yargıtay arasında geçen tartışmadaki son nokta ve muhalefetin bu konudaki eleştirileri hakkında ne düşündüğü sorulmuş. Abdullah Gül şöyle cevap vermiş bu sorulara: - Muhalefet yanlış yapıyor. Şeffaf, açık, demokrasinin işlediği ülkelerde gizli kapaklı hiç bir şey kalmaz. Konu yargıya yansıdı. Yargıtay tarihinde ilk defa bu şekilde bir soruşturma başladı. Gerekli çark işliyor, çalışıyor. Hiçbir şey kapalı kapıların ardında kalmaz. Eskiden kapıların ardında kalan konular, bundan sonra daima halkın bilgisine sunulacaktır. Varsa bir yanlış, muhakkak ki ortaya çıkacaktır ve ne gerekirse yapılacaktır. Sanırız, Gül'ün bu sözlerinde biraz hafıza yanılması, biraz bilgi eksikliği ve aşırı bir iyimserlik var. Birincisi, uzun bir süredir, Türkiye'de gizli kapaklı yapılan her şeyi, kamuoyu da duymaya başladı. Ne dinlenmedik telefon kaldı, ne de bu dinlenilen telefonlardaki konuşma bantlarının medyaya verilmesinde (veya sızdırılmasında) herhangi bir aksama oldu. Rakip medya sermayelerinin birbirlerini karalayarak teşhir etmeleri sayesinde, medyanın ipliği öncelikle pazara çıktı. Siyasi ve bürokratik karşıt grupların çabaları ile de, en gizli devlet kurumlarının içindeki hizipleşmeleri bile öğrenmedik mi? Çeşitli kod isimleri ile başlatılan operasyonlarla, iş aleminin en önemli isimleri de adliyelere, emniyete sevk edildiler. Bu isimleri de, yaptıklarını da öğrendik. Bu arada sanat ve gösteri dünyasının yıldızlarının özel hayatlarını yansıtan video bantları bile, kitleler tarafından izlendi. "Susurluk" ve "Neşter" gibi kavramlar, "Hortum" ve "Türkbank" gibi dosyalar, "Andıç" ve benzeri olgular, bunlara ilişkin isimler ve kurumlarla, toplumun belleğine yerleşti. Yani Türkiye'de Abdullah Gül'ün sandığı gibi, şeffaflık yeni bir durum değildir. Oldukça uzun süredir, kapalı kapılar arkasında yapılan şeylerin hepsini herkes bilmektedir. "Bilmektedir de, sonra ne olmaktadır" meselesine gelince, durum burada karışmaktadır. Çünkü nihai değerlendirmede, herkesin her şeyi bilmesine karşın, kapalı kapılar arkasında, eskisi kadar yoğun biçimde yine işler çevrilmektedir. Çünkü açığa çıkan ve herkes tarafından bilinen konuların sorumluları, hiçbir şey olmamış gibi normal yaşamlarını sürdürmektedir. Hatta bunlardan bazıları, belirli çevrelerce kahraman gibi algılanmaktadır. Yani eksik olan şey şeffaflık değil, müeyyidesizliktir. Bunun nedeni, siyasi veya idari dengeler midir? Yoksa idari dokunulmazlığın, sorumlulara siyasi dokunulmazlıktan daha da güçlü bir kalkan sağlaması mıdır? Veya kapalı kapılar arkasında çalışanlar arasında öylesine derin bir dayanışma vardır ki, bunu kimse delememektedir. Bu gerçeklerin ışığında, Abdullah Gül'ün iyimserliğini paylaşamıyoruz. Bir gazeteci olarak biliyoruz ki, hiç bir gizli dosya veya belge, basına gökten inmez. Bunu birileri, rakiplerini zor duruma düşürmek için verir. Bunu elde eden gazeteci, atlatma haberini yaparken, neden kendinin seçildiğini ve bu haberin kimin işine yarayacağını da bilebildiği takdirde, medyatik şeffaflık anlam kazanır. Bugün Yargıtay-MİT görüşmelerinin telefon bantlarını yayınlayan gazetelerin yöneticilerinin telefon konuşmalarının bantlarının da, bir dönemde başka gazetelere verildiği hatırlanırsa, durum daha iyi değerlendirilebilir sanıyoruz.
|