|
|
Bana yazıklar olsun!
Tamer Ağabey'imin arkasında değilim! Vallahi değilim! Billahi değilim! Bunu niye böyle söylüyorum anlatayım... Geçen haftaki Karadağlı yazısından sonra dört mesaj aldım. 4 kişi mesaj göndermeye cesaret etmişse, en az 400 kişi aynı şekilde düşünmüş demektir. Örneğin, Çiğdem Çinici hanım, "Yazıklar olsun size" demiş, "Dün gazeteyi elime aldığımda inanın utandım. Sizin ar damarınız çatlamış. Bir gün muhakkak yaptığınızın yanlış olduğunu anlayacaksınız!" Yaptığım şeyin yanlış olduğunu çoktan anladım Çiğdem hanım. Mühendis Erman Temel Bey'in gönderdiği e-posta o kadar zehir zıkkım değil, ama o da beni ayıplamış, Karadağ'ın rezilliğine ortak oldum diye... Sedef Orman kardeşim de mesaj yollamış. "Arkadaşlarla iddiaya girdik" diyor. "Ciddi misin, dalga mı geçiyorsun?" Allahtan Sedef, yazdıklarımın şaka olduğunu savunmuş iddiada. Tersi olsaydı, harakiri vakti geldi diye düşünecektim... Engin Noyan kardeşimin henüz hidayete ermediği, iletişimle uğraştığı günlerdi. Aklına taktığı bir fikir vardı Engin'in: İşi tersinden anlatmak. Örneğin, "Geri zekalıysanız bu ürünü almayın!" şeklinde bir kampanya yapmak gibi. Biz de karşı çıkardık: "Oğlum böyle numaraları bizim halkımız yemez. O ürünü alma, diyoruz zanneder! Gerçekten de almaz." Engin bir türlü kabullenmek istemez, yine de risk büyük olduğu için sesini çıkarmazdı. Engin'in ne kadar haksız olduğunu geçen hafta bir kez daha anladım. Yazı baştan sona Karadağlı'yı över gibi yazılmış, ama içten içe yermekten başka bir şey yapmıyordu. İşte zurnanın zırt dediği yer de burasıydı. Şu "içten içe" meselesi bizim milletle pek buluşmuyordu. Anglo Sakson kültüründen yetişmelerin 'Double take' dedikleri, divan edebiyatımızın ise 'cinas' diye karşıladığı, 'överken dövme tekniğini' bir daha kullanırsam elim kırılsın.
|