| |
|
|
İnsanlık tarihi ve bir türlü alınmayan dersler!..
Kamboçya'daki toplu mezarlarla ilgili bir dokümanter seyrettim geçenlerde. Kanadalılar yapmış ve inanılmaz bir çalışma olmuş. Vahşetin, dehşetin, acımasızlığın kare kare böylesi bir filme düşmesi insanlık tarihinin de en ayıplı belgelerinden biri el- bette. Bugün bile Uzak Asya'nın bu doğa harikası coğrafya parçasında yeni yeni toplu mezarlar çıktığını eklediler filmin sonuna.
Sarsılarak yeniden Sonra gözlerim daldı, hafızam geçmiş kuyularına düştü ansızın. Kalktım dakikalarca arşiv karıştırdım.Yıllar önce Kamboçya'ya gittiğimde tuttuğum notları, söyleşi deşifrelerini buldum. Ve filmin üzerine bir de onları okuyunca yeniden sarsıldım. Yarını daha iyi yaşamak için dünü unutmamak gerek lafı ne kadar doğru. O zaman biraz o geçmişe dönmeye, o notlarımı sizinle paylaşmama izin verir misiniz?
Ölüm kalım öyküleri Kamboçya'dayım. Yıllardır çok az gazetecinin girebildiği bu bölge komşu ülke Tayland'dan bir arpa boyu ötede, sınıra yakın bir Kmer gerilla kampı. Buraya gelebilmiş olmam bile mucize adeta. Ve orada dinlediğim gerçek ölüm-kalım öykülerinden biri şöyle; "Arkadaşm Yung artık didik didik lime lime edilmiş bir cesetti. Ateşli silah kullanmaya gerek bile duymamışlardı. Ağaç kesmede kullanılan iri dev çınarları, kestaneleri bir iki darbede yerle bir eden çelik baltalar inip kalkıvermişti Yung'ın çoktan ölü bedenine. Uluyarak, naralar kahkahalar atarak gittler az sonra. Birlikte büyüyüp dostlu- ğu o güne dek paylaştığımız Coi'nin o ana okyanuslara eşit sandığım birt kan denizinde boğulduğunu hissettim."
3 milyon ölü Biraz daha içerilere gitsem bu mucizenin bile soluk yetiştiremeyeceği ürkütücü dehşete düşürücü ölüm var. Korku filmlerini anımsatan o öyküyü işte bu kampta dinlemiştim. Soa Komoi adlı sakat bir Kamboçyalı anlatmıştı. Sonra devam etti dehşeti nakletmeye; "Tam 1,5 gün gizlendim o çukurda. Her yerden silah sesleri, çığlıklar, feryatlar geliyordu. Ceset birkaç adım ötemde yatıyordu hâlâ. Kimse gelip kaldırmamıştı. Kokuşmaya başlamıştı artık. Akşam alacakaranlık çöktüğünde sessizce çıktım çukurdan. Sususluğa uykusuzluğa güç yetiştiremez olmuştum artık. Tam karşda orman vardı. 100 metre koşabilsem belki kurtarabilirim diyordum.
Vuruldu ve düştü Fırladım... Yolu yarıladığımda fark ettiler beni. Ateşe başladılar. Durmadım. Ağaçların arasına daldım. Bilinçsizce koşuyordum ormanın içinde. Nefesim tükeninceye dek koştum, koştum. Önce koluma sonra bacaklarıma 4 mermi saplandı. Ayaklarımın altından kayıp gitti bastığım toprak. Kıvrılıp yere düştüm. Hayal meyal hatırlıyorum başma üşüştüklerini. Akan kanları görünce öldü sandılar her halde.
Yaralı kuş Kılımı bile kıpırtadmadan soluk almadan duruyordum yattığım yerde. Acımı hissedemiyordum korkudan. Ve gittiler. Gece vakti köylüler bulup yarı ölü bir halde taşmışlar onu içerilere. Otlarla ilkel yöntemlerle sarmışlar yarasını. Komoi yaşyor hâlâ. Ama bir ayağı yarıdan kesik. Bir kolu felç. Sonra kaptaki gerillalardan bir bölümü geliyor yanımıza.
Yok edin!.. Dehşet günlerimi, anlatırken şöyle diyorlar; "Adı Pol Pot'tu. Parti Genel Sekreteri'ydi. Biz ona 'kükreyen ses' derdik. Emir vermişti ölüm mangalarına. 'Emperyalist kültürün uşaklarını yok edin!' demişti. 'Bunlar bizden görünürler, bizim yurttaşmız, bizim insanımızdırlar ama kafaları satılmıştır hepsinin. Giyim ku- şamlarına, tavırlarına, konuşmalarına bakın ve onları fark edin. Sonra hepsini yok edin!' demişti.
Köyde, kırda katliam Kimsenin alnında uşak yazmıyordu elbette. Öldürücüler bunu insanın gözbebeğine değil, gözlüklerine bakıp anlıyorlardı. İçtikleri pipoya, giyilen pantolana bakıp şp diye anlıyorlardı. Lisan bilen, Batı'da öğrenim gören, parfüm süren, caz dinleyen, ciklet çiğneyen, dondurma yiyen, bisiklete binen, kitap seven "emperyalizmin uşağı" değil de neydi. Öyleyse ne demişti kükreyen ses; "Onları yok edin!.." Emir uygulandı ve eşikteki beşikteki katledildi. Ölüm müfrezeleri oluşturup köye kıra kente yayıldılar. Bu bebek, bu yaşlı, bu genç demeden kıydılar. Yüzbinlerce insan yok oldu gitti... Dehşet günlerinden sonra toplu mezarlar bulundu sayısız...
|