Ya düğün, ya cenaze...
Belki şu yaz günlerinde, gündelik gaile yahut rehavet arasında çoğunluk umursamıyor ama... Kaderine kilitlenmiş, zincirlenmiş bir ülkede yaşıyoruz. Tek bilmediğimiz, "kader"in nasıl tecelli edeceği. O yüzden, sıcaktan, nemden nefes almakta güçlük çekerken çoğunluk; karar verme, "mektup yollama", piyasada oynama mercileri nefeslerini tutmuş bekliyor. Avrupa Birliği'nden müzakere tarihi verilirse, ne ala. Ama asıl yatırım, asıl gerilim, kaderin öteki türlü tecellisine. Verilmezse, durum "hızlandırılmış tren." Bugüne kadar atılmış her olumlu adımın lüzumsuzluğu... Bir pamuk ipliği dengesinde durulmuş krizin yapısallığı... Kendini tutmuş olanların aculluğu... Hepsi hepsi sökün edecek.
Umut rüzgarına çabucak kapılmaya da... Umutsuzluk fırtınasında aklımızı, vicdanımızı hızla yitirmeye de yatkınız. Bu denli kilitlenme, kendi yer altı sularını da oluşturuyor, sinsi bekleyişler, sotaya yatmalar yaratıyor. Oysa, Türkiye gibi bir ülkede, neyin doğru neyin yanlış, neyin insani, neyin demokratik ve hukuka, adalete uygun neyin aykırı olduğunun kerterizi bir "tarih"in kuluçkasına veya kumar masasına yatırılmamalıydı. Yaşadığımız acılardan, kapıldığımız yanlışlardan, heba edilen birikimler ve enerjilerden sonra, hakkın, hukukun, her anlamda adalet duygusunun ciddi bir olgunlaşma olduğunda çoktan mutabık kalmalıydık. Ne ki, siyasette, medyada, iş dünyasında bunların "şekil şartı" olduğuna dair biçimciliğin çok ötesine geçilemedi. Demokratik özlemlerle "dış dinamik"in, yani AB'nin değiştirici, dönüştürücü zorlamalarını alkışlayanlar, içerideki aktörlerin samimiyetini yeterince sorgulamadı. Demokrasi ve hukuk-adalet felsefesini yeterince içselleştirmemiş, bir kargaşa anında hemen başka pozisyonlar alabilecek devlet yapısı, iktidar partisi, iş dünyası ve medya ile... Bir de zaten sindirmek istemeyenlerin, rövanş kollayanların arasında, toplum da kaygan zeminde. "Kaderin kötü tecellisi"; gündelik hayatın artan sıkıntıları ve tahrik edilebilecek rejim gerilimleri ile kitlelerin ruhunu ve aklını da oradan oraya savurabilir.
Oysa, AB'li ya da AB'siz, AB'de yahut AB dışında... Bazı şeyler insanlar, toplumlar için hep iyidir! Bireysel haklar, insanların özgürlük ve adalet duygusu, şiddetin dışlanması, hukukun demokratikleşmesi, vatandaşın adam yerine konması, açıklık, toplumda mağdurların gözetilmesi, hukukun, devletin, piyasaların vic- dana da sahip olması. AB üyesi İsveç de bir hedef olabilir... AB üyesi olmayı hep reddetmiş Norveç de. AB'den tarih alınca kendinizi İsveç'e daha yakın hissetmeye kilitlenmişseniz... Tarih alınamazsa, Norveç'ten hızla uzaklaşmaya da kilitlisiniz demektir. Koskoca bir ülkenin, Aralık ayını "ya düğün, ya cenaze" ihtimaliyle beklemesi biraz vahimdir!
Not: Reklamcı Nail Keçili'den uzun bir mektup aldım. Hoş, başkalarına da göndermiş. Hem "yayınlayınız" diyor, hem de "yayınlamasanız da fark etmez, çünkü ilgili kişilere gönderiyorum." Cuma günü bu sütunda birkaç somut olay anlattım. O olaylarla ilgili hiçbir şey söylemeyip kendini övüyor, beni de yeriyor. Kişiliklerle ilgisi olmayan, birkaç olay aktaran ve değerlendiren bir yazıya karşılık sadece kendisinin ve kendince benim kişiliğimin tahlilini yapıyor. Olabilir. Hatta ruh halini de anlayabilirim. "Benim gibi sağ tandanslı kişiler sizin gibi sol tandanslı yazarları ciddiye almayız. Dolayısıyla vaktimizi de harcamayız" diyor ama yeterince zahmet etmiş. Olaylarla ilgili açıklamaları olsa yayınlardım; ancak "şahsi" mektuba şahsen cevap ileteceğim. Sanırım "doyurucu" bir cevap olacak!
|