| |
Yüzyıllık lanet
Arap demokratlar başlarına gelen bütün belaların sorumlusu olarak gördükleri Mark Sykes ile François Georges-Picot'un mezarlarında rahat uyumamaları için beddua üstüne beddua ediyor... Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasının 90'ıncı yıldönümü nedeniyle Batı basınındaki sayısız yazının birinden aldık bu cümleyi. Arap demokratlar haklı; çünkü Ortadoğu'daki kanlı kaos ortamı, Londra'da 1916 yılının 16 Mayıs günü gizlice imzalanan o lanetli Sykes-Picot anlaşmasıyla başladı. Ve o tarihten beri, kesilmek bilmeyen hıçkırık nöbeti gibi sürüp gidiyor. İngiltere Dışişleri'ndeki Arap dairesi başkanı Sir Mark Sykes ile Fransa temsilcisi François Georges-Picot'un eseri olan anlaşma bölgeyi 5 parçaya ayırıyordu: Mavi Bölge: Çukurova ile Lübnan'ı kapsayan ve Fransa'ya verilen bölge. A Arap bölgesi: Suriye'nin kuzeyi ile Musul'u kapsayan, Fransız nüfuz bölgesi. Kırmızı bölge: Bağdat'tan Kuveyt'e kadar İngiltere'ye bırakılan bölge. B Arap bölgesi: Suriye'nin güneyi, Ürdün, Filistin'den oluşan İngiliz nüfuz bölgesi. Kahverengi bölge: Kudüs, Hayfa ve Gazze'yi kapsayan ve uluslararası yönetim öngörülen bölge. (Burası Yahudiler'e yurt olacaktı. 1917'de Yahudiler'e devlet hakkı tanıyan Balfour bildirisiyle göçmen akını başladı...) Savaşın sonuna doğru, 1918'de, İngiltere mızıkçılığa başladı. Çünkü savaşı ordularının değil, zırhlı araçlarını, uçaklarını, mekanize birliklerini cepheye götüren petrolün sayesinde kazandıklarını farketmişti. Petrol de Musul'daydı. Fransa Başbakanı George Clemenceau ateşkes ilan edilir edilmez Londra'ya gitti ve İngiltere Başbakanı Lloyd George ile başbaşa pazarlık etti. Clemenceau'nun "Ne istiyorsunuz" sorusuna George tek kelimeyle cevap verdi: "Musul'u." Clemenceau "Verdim" diye kestirip attı ve ekledi: "Başka?" George'tan yine tek sözcüklü cevap: "Kudüs'ü de..." Onu da verdi. Karşılığında Musul petrollerinin yüzde 25'ini aldı...
O tarihi unutmayın Gel zaman, git zaman, Syke-Picot anlaşmasının genişletilmiş versiyonu Sevr'i yırtan Türkiye, Lozan'da masaya oturdu. İngiltere, kavga-döğüş de olsa Türkiye'nin tüm taleplerini kabul etti, biri hariç: Musul. Yeni bir savaşı bile göze aldı. Sorunun, ikili görüşmelerle çözümü kararlaştırıldı. Bütün bunları anlatmamızın nedeni var. Dün Musul'suz Lozan'ın yürürlüğe girmesinin 80'inci yıldönümüydü. Bugün de Nasturi ayaklanmasının 80'inci yılı. Musul görüşmeleri 5 Haziran 1924'te kesildi. İzleyen günlerde Hakkari bölgesinde misyoner kılığında İngiliz subayları cirit atmaya başladı. Nasturiler'i örgütlüyorlardı. Türkiye, 28 Eylül 1924'te Nasturi isyanını bastırdı ama ardından Şeyh Sait isyanı patlak verdi. Sonra da Reçkotan isyanı, Raman isyanı, birinci Ağrı isyanı... Hepsinde İngiliz parmağı bulunan bu isyanlardan bunalan Türkiye, 5 Haziran 1926'da Musul'daki haklarından vazgeçmeyi kabul etti. Ve bölge bir daha rahat yüzü göremedi. Aradan 80 yıl geçti, Musul'da yine oluk oluk kan akıyor. İngilizler'in himayesinde İsrail'in kurulduğu Filistin'de de. 1953'te 2 İsrailli'nin öldüğü saldırıya misilleme olarak Kibya köyünde 45 evi dinamitleyip 69 Filistinli'yi öldüren teğmen Ariel Şaron bugün aynı terörü Başbakan olarak tekrarlıyor... Ne dersiniz; Sykes ile Georges-Picot laneti haketmiyorlar mı?
|