Öylesine bir tutsaklık ki
Başörtü ve çarşaflarından kurtulmaya çalışan kadınları tek tek valizime atasım geldi. Hani gizlice kaçırsam şöyle bir açıverseler üstündekilerini de rahat etsinler diye düşündüm durdum
Kadın her yerde kadın işte. Süsümüze düşkünüz, alışverişi severiz. Tahran'ın büyük çarşısını geziyorum. Günlerden perşembe olduğu için ortalık çok kalabalık. Malum cuma günü tatil. Bütün kadınlar çarşının dört bir yanını sarmışlar, satıcılarla pazarlık ediyorlar. Kimi fotoğraf çektirmek istemiyor, kimi daha dost, daha yakın. Gülümseyiveriyor objektife. Tahran'da kadınlarla sohbet ederken bir taraftan da başörtümü tutmaya çalışıyorum. Dünyanın en zor işi onu kaymadan tutabilmek. Tabii bir de alışkanlık meselesi. En sonunda pes edip saçlarımı arkadan bağlıyor başörtüsünü "bandana" gibi sarıyorum. Şimdi biraz rahatım. Tahran'da gelir seviyesi düştükçe renkli başörtülerin yerini kara çarşaflar alıyor. Büyük pazarda kadınların baş durakları kuyumcular, parfüm dükkanları ve beyaz eşyacılar. Her köşede yeni bir fotoğraf malzemesine rastlıyorsunuz.
Son moda mutfak eşyalarını almaya çalışırken bir mola verip oturan çarşaflı kadın, sadece yüzü açık olan ama iki tane kot etek arasında bir türlü karar veremeyen anne-kız Tahran o kadar sıcak ki nefes alınmıyor. Ara sıra üzerimdeki mavi tuniğin düğmelerini açıp hava alıyorum. Gençler kendi modalarını yaratmışlar. Uzun tuniklerinin altına giydikleri kotlarının paçalarını kıvırarak ince çorap giyiyorlar. Kimi fazlasıyla makyajlı, eller bakımlı... Asla teybe konuşmaya yanaşmıyorlar, kameralara poz vermiyorlar ama anlattıkları ortak. "Biz evde asla böyle giyinmeyiz, açık dolaşırız. Zaten gençlik bu örtünme işini hiç sevmiyor, geceleri evlerde partiler düzenliyoruz." Genç kızlar, hatta delikanlılar bile kadınlara uygulanan bu baskının bir an önce bitmesi gerektiğini düşünüyor. "Zorla güzellik olmaz" diyor bir tanesi. "Ben asla Tahran'da kalmayacağım, başka bir ülkeye okumaya gideceğim." Çarşıda dolaşırken ilk kez İstanbul'da "Bir gecede İran olabiliriz" korkusunu yaşayan hemcinslerime hak veriyorum. Etraftaki kadınlar öylesine siyah, öylesine tutsak ki...
Tahran'ın kalburüstü semtlerinde durum biraz daha farklı. Başörtüler renkli, tunikler daha kısa, yüzler makyajlı. Başörtüsü saçların sadece bir kısmını örtüyor. Gece partilerine gelince, bir şehir efsanesi gibi dolaşıyor ortalıkta. Öyle partiler varmış ki içki, uyuşturucu, ne ararsanız... Kendi kendime "Bu kadar baskıya az bile" diye düşünüyorum. Kadınlara yapılan baskı son iki aydır daha fazla. Sebebi İsfahan'da bazı kadınların başörtüsünü açıp "Ben artık yaşamıma böyle devam edeceğim" demesi. Mollalar öylesine kızmış ki bu harekete İsfahan'daki her yeri kamusal alan ilan etmişler. Tabii bizimkinin tersine onların kamusalında başı açık kadına yer yok. Tahran'da bir kadın olarak zorla başörtüsü takmanın güçlüğünü yaşadım. Daha önce de yazdığım gibi ben ben değildim sanki o kıyafetle. Öylesine bunaldım, öylesine sıkıldım ki... Bu arada şehir güzel ama ne yalan söyleyeyim ben pek tadına varamadım. Başörtülerinden, çarşaflarından kurtulmaya çalışan kadınları tek tek valizime atasım geldi. Hani gizlice kaçırsam, şöyle bir açıverseler üstündekilerini de rahat etseler diye düşündüm durdum. Bu yazıyı ise size İstanbul'daki evimden yazıyorum. "İran'ın en güzel tarafı nedir biliyor musunuz? Türkiye'ye dönüşü... İyi pazarlar diliyorum. Zorunlu bir not: İran'a giderken başörtüsü takıp takmamam tartışma konusu yaratmış. O yüzden bu notu yazma gereği duydum. Her şeyden önce ben bir gazeteciyim. Kurallara da saygılıyım. Yarın öbür gün, NASA'ya gidip astronot kıyafeti de giyebilirim. Kimsenin de ne giydiğime karışma hakkının olduğunu sanmıyorum. Ne bugün ne de bugünden sonra ne giyeceğimin hesabını birilerine verecek değilim. Gazeteci bir büyükbabanın gazeteci torunuyum. Çok küçük yaştan beri haberin ne olup olmadığı konuşuldu benim evimde. O yüzden mümkünse kimse sırf SABAH düşmanlığı ya da hükümet aleyhtarlığı yapmak için benim üzerimden oyun oynamasın. Bir hafta önce Deniz Baykal röportajında giydiğim mini etek için izin almadığım gibi İran'a girerken "ZORUNLU" olarak taktığım başörtüsü için de almayacağım. Kusura bakmayın. Herhalde 40 derecede kafama başörtüsü takmaktan memnun olduğum gibi bir izlenime kapılmadınız. Kapılanlara gelince, siz hiç merak etmeyin biz bu kafalarımızla! sizden çok daha fazla Cumhuriyet çocuğuyuz. İran gezisine bu hükümetle gitmek benim için haber değeri taşıyordu. Öylesine haberdi ki ertesi gün SABAH'a manşet olan yazımda da Emine Erdoğan'ın İran'da son derece rahat, benim ise ürkek davrandığımı aktarmıştım. Atatürk'ün bize sağladığı özgürlüklere sahip olan genç bir Türk kadını olarak İran'da başörtüsü takıp nasıl bir tutsaklık hissettiğimi anlatmak sanırım beni eleştirenlere en büyük cevap olmuştur.
|