Bir bakan niye çalar?
Bazı siyasiler patır patır 'Yüce Divan'a düşerken -ya da yükselirken- pek patırtı çıkmıyor.. (Kimileri belki de gerçek suçlu iken, delil yetersizliği veya başka sebeplerle Yüce Divan'da aklanacağı için 'yükselirken' kelimesi rasgele değil.) Gündem pek hareketli olmadığı halde bu sevkıyatın sessizliği ilginç.. Aslında bu zevatın fesat karıştırdığı iddia edilen olaylar yaşanırken de kulaklara değecek bir gürültü kopmuş değildi ya.. Böyle durumlar için işittiğim en iyi yakıştırma bir halk adamının tekerlemesidir. Bir muhtar hemşehrimin bu yakıştırmasını 'söz meclisten dışarı' diyerek ve yolsuzlukların bilinmediği hayvanlar aleminden özür dileyerek hatırlıyorum: - Bir soğan soyuluyor da yaşarıyor gözler, memleket soyuluyor da aldırmıyor öküz oğlu öküzler..
*** Yeni Yüce Divan vakaları üstüne kendi kendime iki temel soru soruyor, birini kolayca aşabiliyor, ötekinde takılıyorum. İlk soru, bu siyasetli adaletin ne kadar adalet olduğudur. Cevabı, matematik kesinlikte belli: Meclis'te şimdiki aritmetik olmasa, DSP, MHP, DYP ve ANAP da sahnede yer alsa, hükümet ortaklık üzerine kurulmuş bulunsa bu büyük 'adalet sevkıyatı' gerçekleşebilir miydi? Yüzde bin hayır! Öyleyse; bugün vicdanlarda suçlu hale gelen, belki de Yüce Divan'dan da mahkum olarak çıkacak olan kişiler, şimdikine aykırı bir Meclis aritmetiği ortaya çıksaydı tertemiz mi sayılacaklardı? Hasılı bu soruyu kolayca aşabildiğimi düşünüyorum: Kendiliğindenlik ilkesi ile işlemeyen bir adalet, adalet olamaz!
*** Öteki soru çok çetin: Siyasette bakanlık düzeyine gelmiş, belki -gönlünde muhakkak yattığı üzere- ileride bir gün başbakan bile olması muhtemel kişi nasıl yetkisini paraya çevirmeyi aklından geçirebilir? Bir bakan kiminle, hangi tür aracı ile böyle bir 'ticaret' ilişkisi geliştirebilir? 'Hey, patron, gel sana hiç kimsenin yapmayacağı bir kıyak yapayım, sen de çaktırmadan bana at bir milyon dolar..' denmez herhalde.. Yoksa iş bilen ve iş bitiren bir patron mu sokulur da 'Sayın bakanım, şöyle bir numaramız var, biraz riskli ama sen sahip çıkarsan birlikte kıvırırız, hakkını da helalinden öderiz ha, merak etme' mi der? Yıllardır iyi kötü senaryo yazdığım ve bir kısmında 'rüşvet' sahneleri işlediğim halde bir bakanın böyle bir haltı nasıl karıştırabileceğine ilişkin olarak kendimi de ikna edebileceğim mizansen ve diyalogları bir türlü kafamda şekillendiremiyorum. Soru içinde soru ise; mevkiini paraya çevirebilen bir bakanın yetişme ortamı, mali durumu, sosyal şartları ve ruhsal yapısı itibariyle ne gibi hazırlayıcı veya tetikleyici özellikleri olabileceğidir.. Bakanlık düzeyine gelmiş hırsızlar -eğer onlar hakikaten mevcut iseler- ile ilgili ölçütler var mıdır? Yoksulluktan geleni de zan altında olabiliyor, zenginlikten geleni de.. Köklü bir aile geçmişi olan da suçlanabiliyor, neredeyse birinci dedesinin adı ve kaydı bile olmayan çadır kaçkını da! Öyleyse nedir bu işin sırrı? Bakanlık gibi, her siyasi için olabilecek en üst kariyer basamaklarından birinde, ölümsüz eserler üretip dünya durdukça hayırla anılma şeref ve gururu var iken, mevkiini paraya çevirebilen adamın ruh halini veya mantığını nasıl keşfedebileceğiz? Yoksa şöyle mi düşünüyor bunu yapabilenler: - Milletime çok büyük hizmetler yapacağım ama siyaset kaygan bir zemin.. Bu işte ayakta kalabilmek için paralı olmak da şart.. Şöyle kenara bir miktar arpalık koyayım ki, milletime hizmeti sürdürebilmem mümkün olsun. Aslında ben çalıyorum ama milletim için çalıyorum.. Yok canım; koskoca bakan olmuş adam çalar mı? Bakan dediğin 'yed-i emin' değil mi; milletin kasasını emanet et, rahat uyu.. Çalmaz ya, faraza çalsa bile yine millet içindir efendim..
*** İyi güzel de, biz neden genellikle siyasetçinin akçeli işlerini kurcalamakla yetiniyor, bundan adeta zevk alıyoruz? Ülkenin en büyük ihalelerine imza atan fiili dokunulmazlık sahibi -sivil veya değil- birçok bürokratın yediği nanelere ilişkin hikayeler Karun'u çağrıştırırken neden ağırlıklı olarak hükümet üyeleri düzeyindeki yolsuzlukları konuşuyoruz? Öyleyse her şeye rağmen, yine de mutlaka ve yalnızca sivil siyaset ve demokrasi!
|