Yüksek 'Kanser Dairesi' başkanlığına
Kadıköy'de iken köhne binada sıkış-tıkış; çalışanı da, vatandaşı da canından bezdiren bir devlet dairesinin Ataşehir'deki yeni binada hizmetlerini güncelleştirmesine tanık olmuş bulunuyorum. Adı lazım değil.. Maksat, elbirliği ile devletlikten çıkardığımız 'milli çark'ımızın ne halde olduğunu ölçmek.. İşimin hangi kısımda olduğunu tahminen kestirerek bir bölüme giriyorum.. Evrakıma bakarak beni Müdür Bey'e yolluyorlar. İçimden diyorum ki: -Ne güzel, hemen şıp diye Müdür Bey'le görüşeceğim.. Ne oluyor, yoksa devlet dairelerinde çağ atlamanın işaretlerini mi alıyorum? Bir temenna ve iyi gün dileğiyle huzura varıyor, evrakı masasına uzatıyorum.. Müdür Bey şöyle bir inceledikten sonra adını yazıyor, imzasının özetini evrakın altına çiziktiriyor. (Buna 'paraf etmek' mi deniyordu?) Şimdi memurların bulunduğu geniş büroya geçiyor, boştaki memureye gidip evrakı uzatıyorum.. Kızcağız bir bakıyor, bir daha bakıyor -Oo, yanlış, sizin işiniz burada değil 1. Kısım'da.. Oraya varıyorum ki, Müdür telefonda, doğal olarak bekliyorum. Fakat konuşmaları duymam doğal mı, değil mi o konuda kafam karışık.. -Tamam dayıcığım.. Tamam haaııHangi daire?.. Neresi?... İster istemez yakışıklı Müdür Bey'in konuşmalarını duyuyor ve diyalogun öbür yarısını senaryocu tecrübemle dolduruyorum: Efendim, Müdür Bey'in dayısı, muhtemelen öz oğlu veya bir başka yakını için tayin istiyor.. Nereye?.. Benim o an bulunduğum daireye mi? Hayır, hiç ilgisi yok.. Diyarbakır'daki bilmem hangi karın ağrısı dairesinden, Mardin'deki bilmem hangi mide bulantısı dairesine nakil talebi söz konusu.. Beklemeye devam ediyorum.. Henüz dayı-yeğen muhabbetine sıra gelmiş değil, önce iş konuşuluyor.. Devletin telefonundan çok hayırlı, hatta mübarek bir devlet işi olarak karın ağrısı dairesinden mide bulantısı dairesine nakil meselesi görüşülüyor, kolay değil efendim.. Nihayet hatır faslı başlıyor. Anlıyorum ki, baştan da usulen bir hatır faslı geçmiş.. Nezaket gereği önce nasılsın iyi misin lakırdıları edilmiş, sonra havadan sudan muhabbet eksik bırakılmamış, derken iş meselesine sıra gelmiş.. Eh artık, ayrılırken de sözü tatlı ile bağlamak lazım tabii ki.. Böylece benim denk geldiğim andan itibaren on dakika doluyor. Yalnız günahını almayayım; devletin telefonu meşgul ediliyor ama herhalde arayan Dayı Bey olduğu için 'mesarif' kendisine yazılmış oluyor.
*** Müdür Bey sorusuz-sualsiz, gayet sıradan ve otomatça bir iş olarak aynen bir önceki meslektaşı gibi evrakımı -bu sefer üst köşesinden- imza özetiyle şereflendirmiş oldular. Üstelik isim vererek hangi memura gideceğimi bildirmek zahmetine katlandılar.. Yine aynı minval üzere memurin kısmına geçtim.. Müdür Bey'in adını telaffuz buyurduğu memur beyin huzuruna vardım.. Kendileri canı sıkkın bir haldeydiler ama vatandaşın işini görmek gibi bir angaryaları olduğunu kabullenmiş durumdaydılar. Uzatmayalım, eksik olmasınlar, ilgilendiler.. Memur bey makbuz yazmaya başladığında, oraya kadarki iç homurtularımdan pişmanlık duydum. Öyle ya işim ortalamanın çok üstünde bir hızla noktalanmak üzereydi.. Tam içimden 'Oh oh, her şeye rağmen gelişiyoruz' diyecekken ne olsa beğenirsiniz? Memur bey gayet munis bir ifade ile 'Müjdeler olsun, iki saatinize daha kan doğrayacağım' der gibi beni şad eylediler: - On milyon liralık damga pulu gerekiyor.. Aman ne kadar güzel! Bayılırım damga pulu parası ödemeye?! Çünkü bu para doğrudan devlete gidiyor, devlet de bizlere ölesiye hizmet eden personeline maaş ödemelerinin en helal kesimini damga pulu havuzundan sağlıyor! -Hay hay, ödeyeyim.. -Burada olmaaaz.. -Ya nerede olur? -Kadıköy'de filan bulursunuz? Demek ki on milyonluk damga pulu için yirmi milyonluk masraf daha yapacağım, üstüne üstlük en azından iki saatim daha heba olacak..
*** Karın ağrısı dairesi ve mide bulantısı dairesi gibi laflar ettiğim için bu iki beşer rahatsızlığından özür diliyorum.. Bunlara dense dense kanser dairesi denir..
|