| |
İsrail'den sevgilerle!..
İsrail ve Yahudiler hakkında ne düşünürsünüz bilmem. O ülke insanları size pek sevimli gelmiyor belki. Dahası onları suçluyor olabilirsiniz. Ya da değerlendirmenize kocaman bir hoşgörü egemendir. Her ne halse.. Benim size anlatacaklarımın bütün bunlarla fazlaca ilgisi yok. Yıllar önce gittiğim ve şimdi de bulunduğum, gezip görüp incelediğim yerin adı İsrail ve tanışıp konuştuğumuz insanlar Yahudi, ama "Ama"sı var.
Bizim gibiler Bir kere bu insanlar, aynı bizler gibi Türkiye'de doğmuş, büyümüşler. Hem de bizim doğduğumuz hastanelerde. Bizi doğurtan ebeler yardımıyla. Büyümüş, bizlerle aynı okullara gitmişler. Bizlerle aynı sokak aralarında, aynı oyun parklarında çember, topaç çevirmiş, ip atlamış, uçurtma uçurmuşlar. Sevgilerini bizim bindiğimiz belediye otobüslerine bindirip, bizim gittiğimiz muhallebicilere, sinemalara, kır kahvelerine götürmüşler, stadyumlarda bizim gibi bağırmışlar, "Büyük Fener, aslan Cim bom, haydi Kartal" diyerek. Ve daha da ötesi Edirne'den Kars'a kadar bizlerle aynı kışlalarda, gazinolarda onlar da "Emret komutanım" demişler. Yani benim gözlediğim ve onların da iftihar ederek, göğüslerini gererek söyledikleri gibi hepsi de, "Bizler kadar Türk..." Ve onlar Türkiye'den binlerce kilometre ötedeki İsrail'de adeta bir küçük Türkiye kurmuşlar. Haydi gelin İsrail'deki küçük Türkiye'yi ve kendilerine, "Biz aslında Türk'üz, biz hâlâ Türk'üz" diyen Yahudiler'i hep birlikte yıllar önce İsrail'de yaptığım röportajı okuyarak tanımaya başlayalım.
Seni sevmeyen ölsün Döne kıvrıla uzayan sahil yolu bir omzunu gün görmüş Akdeniz'e yaslamış. Tepemde uçuşan birkaç martının çığlığı kıyıya vuran dalgaların çakıl taşlarıyla köpük köpük sevişirken çıkardığı sese şaşıyor. Bir yandan yürüyor, bir yandan da doyumsuz melodiyi dinliyorum. İşte tam bu sırada az ötemden önümdeki virajın hemen ardından bu dinginliği tokatlayan arabesk çığlıklar işitiyorum. Kırkpınar cazgırlığına taş çıkaracak sesiyle bir adam bağırıyor. "Seni sevmeyen ölsüüün, ah, seni sevmeyen ölsüüün." Aman ne oluyor, demeye kalmadan köşeyi dönüp görüyorum sesin nereden geldiğini. Yan yana sıralanmış lokanta, gazino ve tavernaların birinde kapıya asılı sahra hoparlöründen geliyor bu cayırtı. Saydığım bu yerlerin hepsinde, "Körfez Balık Lokantası, İstanbul Gazinosu, Boğaziçi Kahvesi" filan gibi yazılar var. Kocaman camlarındaysa, "Bülbül sesli Yıldız Tezcan burada, Vedet dansöz Gülçin, Arabesk Kralı Kenan" türünden afişler var. Dahası lokantaların kapı girişlerinde kocaman döner ocakları ve palabıyıklı aşçılar görülüyor. "Yahu bu ne iş?" diyorum kendi kendime. "Burası Yenikapı sahiliyle İzmir Kordonboyu arası bir yer. Hatta Kuşadası, Mersin, Ayvalık yani herhangi bir sahil kentimizde her an rastlanacak bir tablo var burada. Ama burası İsrail'in Tel-Aviv kentinde Batyam sahili."
Türkiye özlemi Batyam'ın bizim sahil boylarına, "Neden ikiz kardeş gibi" benzediğini, bana en iyi girdiğim gazinonun sahibi İzidor anlatıyor. İstanbul'da doğup büyüyen, hatta askerlik görevini de Semih Sancar Paşa'nın özel garsonu olarak yaptığını gururla söyleyen İzidor diyor ki: "İsrail'de, Türkiye'de doğmuş, büyümüş tam 50 bin Yahudi var. Bunlar çeşitli zamanlarda ve çeşitli nedenlerle Türkiye'den göç ettiler. Tabii gelirken sadece banka hesaplarını, bavullar sandıklar dolusu giysilerini, eşyalarını, fotoğraf albümlerini değil, yürek dolusu dost sevgisini, gençlik anısını, acısıyla tatlısıyla bütün bir geçmişlerini de taşıdılar İsrail'e. Hepsi de, "Kırk yıllık Kâni"ydiler ve havası, suyu, toprağı, insanı yabancı olan, sadece dinlerinin benzeştiği bir ülkede bir türlü "Yani" olamadılar. Pek çoğu, zaten hiç bilmediği İbranice'yi hâlâ da öğrenemedi. Açık konuşmak gerekirse Türkiye'dekinden daha çok kazanıyor, daha iyi yaşıyorlar, ama her an da Türkiye'yi yaşıyorlar." Oldukça kilolu bedeni ve alnına dökülen kıvırcık, siyah saçlarının neredeyse örttüğü kıpır kıpır gözleriyle İzidor, işte böyle anlatıyordu İsrail'deki Türkiyeli Yahudiler'i. - Peki neden bu kadar çok gazino, lokanta var? Nereden geldi aklınıza bu iş, diye sorunca da: "Baktım ki bu özlem böyle sürüp gidecek. O zaman bu insanlara özlemlerini bir nebze de olsa gidertecek yolları aradım. Türkiye'den aşçılar getirdim ki imambayıldılar, adana kebaplar, karnıyarıklar, cacık, boza, şıra yapsınlar diye. Türkiye'den şarkıcı, türkücü, dansöz, şantöz getirdim ki, Türkiye usulü eğlence olsun. Benim gibi düşünen diğer gazinocu ve lokantacı arkadaşlar da bu yolu tuttular. Sonunda ortaya Türkiye'deki eğlence bölgelerinin bir benzeri çıktı doğal olarak." Bütün bunları konuştuktan sonra ayrılırken arkamdan söyle sesleniyor Gazinocu İzidor: "Biz sizleri hiç unutmadık, sizler de bizleri unutmayın olmaz mı?"
Avare'nin yeri Bu kez de İzidor'un yerinin hemen ötesinde bir başka gazinodayım. Buranın adı da "Avare'nin Yeri", bir diğer adıysa "Camlı Köşk". Sahibinin adı Avraham. Ama Türkiye'de arkadaşları küçükken dilleri dönmediği için ona Avare derlermiş. Bu böyle sürüp gitmiş, şimdi kim adını sorarsa, "Avare" diyor Avraham.
Yeni Rakı-Doluca şarabı Şanslı sayılırıım. Çünkü kadınlar matinesi var. Bu, bol canlı ve hareketli fotoğraf demektir. Sahnede uzun boylu, yakışıklı bir Türk genci var. "Oy oy Eminem" türküsünü söylüyor. Genç kızlar ve kadınlarsa tıklım tıkış salonda daha rahat oynasınlar diye ya iskemle ya da masa örtülerini tercih etmişler. Bol bol gerdan kırıp, bel büküyor ve coşkuyla göbek atıyorlar. Ardından sahneye gelen Şükran Ay. "Beni senden ayrı koyan kadere bak..." adlı şarkıyı söylerken, az önceki neşeli yüzler yerini hasret, yürek burukluğu ve özlem çağrıştıran yeni yüzlere bırakıyor. Gazinocu Avare diyor ki: "Dinle bak herkes Türkçe konuşuyor. Masalarda Buzbağ, Doluca, Papazkarası şarapları ve Yeni Rakılar var. Kollarında boyunlarında nazar boncukları, Trabzon bilezikleri, Antep işi burmalar var kadınların. Böyle eğlencelere katılmak onların en büyük zevki. Beni 'Gazinocular Kralı' diye çağırırlar. Getiriyorum. 'Zeki Müren'i, Sevim Tanürek'i, Sevim Tuna'yı getir' diyorlar, getiriyorum."
|