| |
|
|
Özürlüye tavır, uygarlığı ölçer!..
1994 yılında Amerika'daydım.. Bacağımda alçı, ellerimde koltuk değnekleri ile.. Dünya Kupası izledim.. Ve de Allah sizi inandırsın, hayatımın en kolay, en rahat, en ayrıcalıklı, en güzel günlerini yaşadım. Her şey daha uçakta başladı.. Lufthansa'nın hostesleri o uzun yolu en rahat geçirmem için çırpındılar. Gak dedim, koştular, guk dedim koşturdular.. İnerken körükte beni bir tekerlekli sandalye bekliyordu. Kim haber vermiş, nasıl organize edilmiş bilmem. Los Angeles'e gidenler bilir.. Polisten geçmeniz uzun kuyruklarla bir saat sürer. Beni arabamla aldılar. Öteye götürdüler. Bir kahve ısmarlayıp "Bekleyin lütfen" dediler.. Az sonra damgalanmış pasaportum elimde, gümrükten geçmiş çantalarım yanımdaydı.. Bu VIP muamelesinin sebebi Özürlü oluşumdu. Amerikan deyimi ile Disabled!.. Orada kaldığım 20 gün, orada özürlü olmanın nerdeyse kıskanılacak bir şey olduğunu ortaya koydu. Dünyanın en zor şeyidir, Los Angeles'ta park yeri bulmak.. Kazım bir Disabled plakası almış benim için.. Park yeri nereye gideceksem oranın kapısında hazır. Tiyatroya bilet istedik.. "3 ay sonra" dediler telefonda.. Kazım "Ama disabled" deyince birinci sıradan o gece seyrettik. Los Angeles'de maçların oynandığı stad tamamen açık.. "Alçılı ayağınız terler" diye bana basın tribününden değil, en tepede locaların önünde yer ayırdılar. O sıra gölgeli çünkü.. O sıraya yürüyerek nasıl çıkarım peki?.. Şeref Tribünü'nde bir asansör var. Onunla çıktım.. Final maçında Eski Başkan Reagan da orada olacak diye, Şeref Tribünü CIA ajanları tarafından korumaya alınmış. Asansöre binme izni sadece Başkanın.. Güvenlik bu.. California Valisi merdivenlere hamle etti, ben sadece başkanın kullanacağı asansörle çıktım gene.. Özürlü olduğum için.. Basın merkezi-stad arası 1.5 kilometre falan. Bölgeye araç girmiyor. Herkes maça yürüyor. Ben hariç.. Gitmek isteyince telefon ediyorum. Bir mini mini araba geliyor, özel, beni alıyor götürüyor.. En müthişi en sona.. Final gecesi bir konser var. Yetişmemiz gerek.. Kazım "Ben gelir seni alırım maçtan sonra" dedi.. "Basın merkezi kapısında beni bekle..." Maç bitti, felaketi gördüm.. Polis stada tüm gelişleri iptal etmiş iki saat için. Bütün yollar sadece gidiş.. Stad kazasız belasız bir an önce boşalsın diye.. "Ben ne yapacağım şimdi.." O zaman cep telefonu yok.. Gitsem nereye gideceğim.. Kazım'la nasıl buluşacağım.. Beklesem yollar kapalı.. Kazım iki saat sonra gelse, konser kaçacak.. Kara kara düşünürken sirenleri duydum.. Bir trafik arabası bangır bangır, tüm trafiğe ters geliyor.. Arkasında Kazım'ın Ford'u.. Trafik otosu Kazım'a ters yönde eskortluk yapıyor.. Kazım kesilmiş yola hamle edince, polis "Hop" demiş.. "Gidemezsin.." Kazım "Özürlü" plakasını göstermiş.. "Arkadaşm stad kapısında beni bekliyor.. İki saat beklesin mi?.." Düşünmemiş bile polis.. "Düş arkama o zaman" demiş.. Telsizle amirini aramadan. Ona durumu anlatıp, eylem izni almadan. Anında.. Kendi karar verip.. Ayrılırken Kazım'a "Bir daha bu ülkeye gelirsem ayağıma sahte bir alçı koyacağım" dedim, gülerek.. Amerika'da Özürlüye, "Yok" yok!.. Amerika uygar.. Bakın en şaşmaz uygarlık ölçüsü bence bu.. O ülke, devleti, yerel yönetimi, özel teşebbüsü ve insanları ile özürlüye nasıl davranıyor bakın, ne kadar uygar olduğuna karar verin.." Geçen hafta bu köşede Sevgi erkek arkadaş ile başna gelenleri yazdı. Hafta sonu için Bodrum'a gitmişler, rallici Sevgilisi ile.. Daha bir hafta önce Türkiye'yi temsil etmiş delikanlı Antalya'da.. Jet ski kazası, ayak üç yerinden kırılmış. Bodrum'da ilk yardım.. İstanbul'da ameliyat.. Türk Hava Yolları'na binmişler.. Uçak dolu.. Tesadüf bunların önündeki koltuk boş.. Arkalığı yatırmışlar.. Delikanlı alçılı ayağını oraya koymuş.. Talihsizliğe bakın. Son dakikada o yolcu gelmiş.. Sevgi hostesten rica etmiş.. "Business'in yarısı boş. Bu yolcuyu oraya alsanız da, arkadaşm ayağını bu koltuğa koysa.." Bir dayak yemedikleri kalmış.. Yazı bu.. İmzasız bir yanıt geldi.. "Hostes arkadaşlarım adına" diye.. İçinde bir ifade var, okurken yıkıldım.. Cidden yıkıldım.. "Manitanızın (!) kırık bacağını koymak için ekstra koltuk bulma lüksü.." Bir özürlüye yardımı "Lüks" olarak kabul eden ve "Manitanızın (!) kırık bacağı" diye olaya hem de nasıl tepeden, hem de nasıl şmarık, hem de nasıl alaycı bakan bir anlayış.. Olacak şey mi?.. O kırık bacaklı manita, yolcunun değil de, pilotun, ya da hostesin kendisinin olsaydı, tavır gene bu mu olurdu, düşünürüm.. Ya da sıradan vatandaş değil de, mesela "Ben" olsaydım, hostes hanım gene ayni şeyleri söyler miydi?. Doğrudur. Kabin görevlileri, yolcuları upgrade etmek hakkına sahip değildir. Ama ayağı taze kırık, alçılı ve sancılı bir özürlüyü rahat ettirmek, upgrade etmek midir?.. Pilot uçağın tek hakimidir. Yolcu indirme hakkına dahi sahiptir. Hatta istemezse uçmaz.. Pilota gidilip durum anlatılamaz mıydı?. Bu yardım yapılsa ve bir raporla genel müdürlüğe bildirilse, o kabin memurları ceza mı alırlardı, ödül mü, bunu bilmek isterim.. Türk vatandaş Hıncal'a, Başkan Reagan'a tanınan hakları aynen uygulayan Amerikan kafası ile, Türk HavaYolları'nın bu tavrını siz mukayese edin sevgili okurlar ve kararı siz verin.. İnsanlık uygarlıktır. İnsanlığın kuralı da, sınırı da yoktur.. Eğer insansan, ceza almayı göze alır, insanlığını yaparsın.. Eğer insansan.. Uygar insansan..
|