Siyaset ayarı
Savaş Ay'ın Sudan'a giderek yakında etnik temizlik boyutunu çoktan geçecek çatışmaları anlatması pek çok açıdan yararlı oldu. Din aidiyetinin ırkçılığa engel olmadığı tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı. Dindaşların birbirlerini rahatlıkla kıtır kıtır kesip, tecavüzü bir savaş yöntemi olarak kullanabildikleri, ortak Müslüman aidiyetin bunu engelleyemediği görüldü. Dinsel ya da etnik aidiyet belirli platformlarda devletlerin birlikte hareket edebilmelerini kolaylaştırabilir. Ancak dış siyasetin oluşturulmasında esas olan bu türden ortaklık değildir. Belirleyici unsur devletlerin yöneticilerince tanımlanan çıkarlarıdır. Böyle olmasaydı, Lübnan iç savaşına Suriye müdahalesi anlaşılmazdı. Sağcı kamptaki Hıristiyanlar'ın çökeceği anlaşıldığında Müslüman Suriye'nin ordusu, sol koalisyonun vurucu gücü Filistinliler'i katlederek bu gelişmeyi durdurmazdı. Arap Birliği bu müdahaleye destek vermezdi. Suriye'nin Arap milliyetçisi Baas rejimi İran-Irak savaşında İran ile müttefik olmazdı. Ehud Olmert'in ziyareti bağlamında etrafında hayli gürültü koparılan Türkiye-İsrail ilişkilerini değerlendirirken de bu nedenle esası oluşturan yapısal unsurlara bakmak gerekir.
İlişkilerin statüsü 1993'te Oslo'da Filistinliler ile İsrail arasında varılan mutabakat, İsrail'in dünya sistemindeki tecrit edilmişliğini kırmıştı. Türkiye artık İsrail siyasetini Arap ülkelerine göre tanımlamak zorunda değildi. Ankara, 1996'da Yunanistan ile savaşın eşiğine gelmiş, Suriye ile Abdullah Öcalan'ın Şam'daki mevcudiyeti nedeniyle kavgalı, PKK ile savaşında müttefiklerinden anlayış ve destek almadığına inanan bir durumdaydı. Bu kuşatmışlık duygusunun aşılması için ve siyasetteki ağırlığı hayli artmış Silahlı Kuvvetler'in gereksinimleri doğrultusunda İsrail ile ilişkilerin statüsü yükseldi. O dönemde Refah Partisi'nden kaynaklanan iç siyaset mülahazaları nedeniyle de ilişkilerin yakınlaşması abartılı bir şekilde kamuoyuna sunuldu. Bu dış politika hamlesi içeride kendi cadı kazanın kaynatılmasında kullanıldı. Kurulduğu günden beri Türkiye'yle açıkça iyi ilişki içinde olmak isteyen İsrail bu ilişkiden siyasi ve askeri hayli getiri elde etti. Türkiye'nin de istediği silahları alabilmek, Washington'dan siyasi destek ve Suriye'ye karşı stratejik kıskaç gibi kazançları oldu. Abdullan Öcalan'ın Suriye'den kovulması bu ilişkinin sağladığı tehdit imkanıyla gerçekleşti. Zaman içinde ilişkilerdeki ticaret, eğitim, ortak yatırım boyutları serpildi. Ancak Filistin meselesi her zaman zayıf noktayı teşkil etti.
Yeni bir tanımlama 1990'ların ortasındaki ortam artık yok. Türkye içe kapalı tecrit edilmiş askeri vesayet altında bir ülke değil. Yunanistan ve Suriye ile ilişkileri iyi bir rotada seydediyor. Ankara demokratikleşmede, AB sürecinde hayli mesafe katederek ABD ile arasına Irak Savaşı'nda mesafe koyabilmiş bir başkent. Ortadoğu'nun geleceğinde Türkeyi bir şekilde yapıcı hatta belki öncü bir rol oynayabilecek. Böylesi bir bağlamda İsrail ile ilişkiler görelileşiyor. Türkiye artık kendinden daha emin. Başbakan'ın demeçlerini bu bağlamda değerlendirmek gerek. Şaron'un tüm dünyaca kınanan politikaları, Türkiye kamuoyunun Filistinliler konusundaki hassasiyetleri, Türkiye'nin Arap ve İslam aleminde oynamak istediği rol gibi unsunlar da Türkiye'nin İsrail siyasetinde bir ayarı zorluyor. Aslı Aydıntaşbaş'ın Ehud Olmert'le yaptığı mülakat İsrail perspektifinden yeni bağlamın nasıl değerlendirildiği konsunda önemli veriler içeriyor. Görünen iki ülkenin yolda yeni bir tanımlamayla devam edecekleridir. Ancak Filistin meselesinde süre gelen çözümsüzlük halen ilişkilerin meşruiyeti açısından zayıf noktasıdır.
|