|
|
|
|
|
|
Şiddet ve sorumluluk
AB zirvesi epey hır gür ve itiş kakıştan sonra anayasa konusunda varılan bir mutabakatla sona erdi. Aynı zirve, dokuz yıl öncesinin etnik temizlikçisi Hırvatistan ile de AB'nin üyelik müzakerelerine başlayacağını ilan etti. Balkan- lar'ın batısına istikrar getirme ve demokratik güçlerin konsolide edilmesini sağlama arzusunun bu kararın ardında olduğu malum. Güvenlik kaygılarının AB kararlarında bu denli ön plana çıkması Türkiye'nin müzakerelere başlama şansını artırıyor. Nitekim Başbakan Erdoğan da bu konuda kamuoyuna hayli iyimser mesajlar verdi. AB içindeki genel eğilimin de Türkiye'de son yılların demokratik kazanımlarından geri atılmadığı taktirde bu yönde ilerleyeceği anlaşılıyor. Üstelik Türkiye İslam Konferansı Örgütü içinde devrim sayılabilecek bir gelişmenin de öncülüğünü geçen hafta yaparak Batı ile İslam dünyası arasında ortak dili üretme iddiasında bir adım daha attı. Ahmet Hakan'ın da vurguladığı gibi İKÖ'nün Genel Sekreterini'nin seçimle belirlemesi kritik bir dönüm noktası sayılmalı. Gizli oy sayesinde bu seçimin, değerli bilimadamı Profesör Ekmeleddin İslamoğlu'nu Genel Sekreterliğe getirmesi ise Dışişleri Bakanı Gül'ün bir başarısı. Bu süreçteki başarı Türk diplomasisinin kendisine manevra alanları yaratacak siyasi hamleleri yapabilme becerisinin yeni bir örneği aynı zamanda. AB hedefinin etkisi Gül, toplantıda yaptığı konuşmada İslam ve Arap dünyalarında son zamanlarda yaşanan bazı demokrasi yönündeki atılımlara atıfta bulundu. İnsan hakları, cinsler arası eşitlik ve şeffaflığın İslam dünyasının çağdaş dünyanın normlarına ulaşması ve kendi tarih ve geleneğine daha layık bir yapıya kavuşması için gerekliliğinin altını çizdi. İsrail'i eleştirirken de teröre ve intihar saldırılarına karşı çıktı. Bir bakıma Türkiye Dışişleri Bakanı İslam alemini dünyaya entegre olmaya davet etti. Türkiye'nin bu türden bir söylemi kullanabilmesi ve arkasında durabilmesi ise kuşkusuz son yıllarda gerçekleştirilen siyasal liberalleşme ve demokratikleşme süreci sayesinde mümkün oldu. Bunun gerçekleşmesinde AB hedefinin etkisi ve çekim gücü yadsınamaz. Ancak tüm yapılanları buna bağlamak, içeride bu konularda verilen mücadeleleri ve mücadele edenleri hiçe saymak da vahim bir hata olur. Devlet yapısı içinde de bu konuda bir mücadelenin ya- şanmış ve yaşanmakta olduğunu görmezlikten gelmek de benzer şekilde yanlıştır. Hattah çıkma tehlikesi Demokratikleşme yolundaki kazanımlar, Türkiye'nin dış politikadaki manevra alanının da açılmasına imkan sağladı. Katı güvenlik korkularıyla beslenen bir kültüre sahip olan ülke 11 Eylül sonrası ortamda özgürlük alanını açabilmeyi de başardı. Bunu gerçekleştirebildiği ölçüde ise bir yandan kendi kaderine daha fazla hakim olma yetisi kazanırken, dünya ölçeğinde de söyledikleri dinlenen bir ülke olma yönünde adımlar atabildi. Son iki haftadır Türkiye'nin girmiş olduğu bu hattan çıkması tehlikesi yeniden belirdi. PKK'nın ve varlıklarını ona bağlı olarak sürdürenlerin terör tehditleri ortalığı gerdi. Şiddetle aralarına mesafe koyamayan Kürt siyasetçileri reformların kesilmesine kadar gidebilecek bir gelişmeler zincirini tetikleyebilir. Zira bugün Türkiye'de yaşayanların ortak çıkarı demokratik hukuk devleti çerçevesinin tam anlamıyla işlevsel hale gelmesidir. 11 Eylül sonrasında herhangi bir siyaseti şiddet yoluyla savunmaya kalkmak çıkmaz yoldur. Alman Büyükelçisi'nin sözleri de bunu teyit etmiştir. On yıl aradan sonra buldukları dünyanın gerçeklerini anlamayanlar veya onlara bu yeni dünyanın diliyle siyaset yapma imkanını tanımayanlar bu ülkede yaşayan herkese ihanet etmiş olacaklardır.
|
|
|
|
|
|
|
|
|