|
|
|
|
|
Bir piknik cenneti Haliç, Sadabad
|
|
Lale Devri'nde Sultan III. Ahmed'in hükümdarlığında yapılan köşkler saraylar ve bahçeler, büyük şair Nedim'in dizelerinde hayat bulmuş
Üst üste iki kez, aynı hafta içinde Haliç'teyiz. Rahmi M. Koç Müzesi Haliç'in nasıl bir cazibe merkezi olabileceğinin habercisi gibi. Konuklar Haliç'in şanslı bir yerinde zevkle yerleştirilmiş yapıların arasında gün batımının serinliğini gözlüyorlar. Yerli ve yabancı davetliler mevcud estetik manzumeyi kanıksamışlar. Oysa çok değil 20 sene önce burası "no man's land" idi. Artık hep oradaydı gibi hissedilmekte. Peki ama, daha da eskilerde Haliç'in sahillerinde, sırtlarında neler vardı? Gerçekten bilen var mı? Bırakın dünü... Ya bugünü? İşte o iki günden birinin vesilesi bu. TAÇ Vakfı (Türkiye Anıt Çevre Turizm Değerlerini Koruma Vakfı), İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın himayesinde "Geçmişten Günümüze Beyoğlu" adlı kitabını sunuyor konuklarına.
Kitabın basılabilmesini sağlayan Koç Holding'in tüm üst düzey yöneticileri orada. Rahmi M. Koç kente sahip çıkmanın yolunun onu bilmekten geçtiğini anlatıyor. Anıları ile süsleyerek. "Aman yarabbi" diyorum. Bu anlattıkları tamamen elimizden kaydı gitti. Bu ne meşum 20 yıl. 1960- 1980 arası. Beyoğlu'nu "dönüştüren" vicdansız zamanı dinliyoruz. Sonra Topbaş konuşuyor. Hemşehrilik bilincinin çerçevesini çiziyor: Nihayet, TAÇ Vakfı adına kitabın sahibi Sinan Genim çıkıyor, "tevazu" ile anlatıyor, "hevesle" bitiriyor: Daha Beyoğlu için yapılacak çok şey var! Bahçeye çıkıyoruz. Karşımda Nurhan Hoca. Kitabın anlı şanlı yazarlarından. 70 yıl artı iki gün yaşında. İki gece önce, Türk Sanat Tarihi'nin son dönemdeki en çalışkan isimlerinden Prof. Nurhan Atasoy'un doğumgününü kutlamışız: Yine aynı müzenin avlusunda. Hoca'ya muhabbetle bakan yerli yabancı konuklar, torununun verdiği bilançoyu işittikçe malumun ilanından bir kez daha hayrete düşüyorlar: Bir insan bu kadar işe nasıl yetişiyor?
Oysa Nurhan Hanım bütün bu işleri gergin akademik ruh hali ile de yapmıyor. Her daim şen şakrak. Hayat dolu; ailesine, dostlarına koşturmaktan geri durmuyor. Belki de elindeki zamanın eski masallardaki gibi dolup taşması da bu yüzden... Nurhan Hoca'nın TAÇ Vakfı'nın Beyoğlu Kitabı'nda yeralan "Bahçeler" makalesinden bilmediğimiz neleri görüyor, öğreniyoruz. Düşünün bir kez, İstanbul'un meskun, en yoğun semtlerinden birisi dahi bir "piknik cenneti" gibi: "Cevdet Paşa Tarihi'nde de Sultan II. Ahmed dönemi Kağıthane eğlenceleri anlatılmıştır: "Çeşitli mermerlerden yapılmış tarhlar, renk renk lalelerle süslenip geceleyin kandillerle donatılarak ve kaplumbağaların sırtlarına mumlar konup lalezarlar içine bırakılarak Çırağan sefaları tertip olunurdu. İbrahim Paşa Beşiktaş'ta yaptırdığı Çırağan Yalısı'na her sene padişahı ve şehzadeleri davet edip haftalarca Çırağan seyri tertip ederlerdi."; "Bazen de Helva sohbetleri için Paşakapısı'na gidilip beş altı gün eğlenilirdi." "Kağıthane, devlet ricaline paylaştırılarak altmış kadar saray ve bahçeler yapıldı. Sadabad Kasrı yaptırılıp çağlayan kurdurularak çırağanlarla süslendi. Gerçi devletin şanını ecnebilere göstermek için hükümdara böyle bir gönül açıcı yer lazımdı ama, Kağıthane'deki sefahatler haddini aşmıştı. Lale çeşitleri genişleyip gül ve lale manzumları yapılarak şairlere büyük sermaye oldu. Lakin lale soğanı pahaya çıkıp, hatta mahbup tesmiye olunan lale 500 altına satılmaya başlandı...
Velhasıl zevk ve safa bakımından İstanbul'un en parlak devri idi." Kağıthane'nin en parlak dönemini yaşadığı 1720'lerde; "Lale Devri"nde Sultan III. Ahmed ile çevresindekilerin yaptırdıkları saraylar, köşkler ve nefis bahçeler, dönemin büyük şairi Nedim'in dizelerinde canlanmıştır: "Bir safbahşedelim gel şu dil-i nş Gidelim serv-i revım yürü Sâdâbâd" Doğu bahçeleri geleneği ile birleştirilen bu sarayın önüne Fransa kralı tarafından hediye edilen 40 kadar portakal fidanı da dizilmiş. Biliyor musunuz? O gece Haliç'e düşen dolunay bana bir de mutasavver parfüm taşıdı: Portakal çiçeği...
|
|
|
|
|
|
|
|
|