| |
|
|
Ahirette iman ve Bodrum'da mekân mı?
Her yaz olduğu gibi bu yaz da Bodrum yarımadasını gezerken, yapılan inşaatların, kurulan tatil sitelerinin yoğunluğu beni şaşırtıyor. Hiç doldurulamayacakmış gibi görünen o geniş topraklarda müthiş bir yapılaşma, yıllardır bitmeden sürmekte. Ve biliyorum ki, yaşadıkları ve çalıştıkları büyük kentlerde kira evlerinde oturan pek çok kentli, Bodrum'da bir ev almak için çabalayıp duruyor. Ben de aynı süreci gençliğimde yaşadım. Her Bodrum'a gelişimde "Ah şurada bir Bodrum tipi evim olsa" diye iç geçirirdim. Bu iç geçirmenin temelinde, "Yatırım" öğesi de vardı tabii. Yüksek enflasyon dolayısıyla, her taşnmazın değerinin hızla arttığı yıllardı. Bu şekilde sayısız kooperatifler kurdu, önder amatör müteahhitler. Bodrum büklerinin yamaçları, böylece beyaz kibrit kutusu modelli evciklerle doldu. Şimdi bunlardan o kadar çoğu, yok fiyatına satılık ki. Bunları almaya niyetlenenler, oturulacak hale getirmek için, satış değerinin üzerinde harcama yapmak zorunda olacaklarını hesap edip, genellikle cayıyorlar. Buna karşı Bodrum'daki yeni yapılanma, pahalı, büyük, lüks evlere ve görkemli tatil sitelerine yönlenmiş. Bu yeni Bodrum'un o görkemli evlerini gezerken, büyük kentteki yaşam tarzının tatile de taşındığını görüp, şaşırıyorsunuz. En az 2-3 yüz metrekarelik bu mekanlarda. Bunları temizlemek, bunlara uygun yaşamın gereği olan servisi sağlamak için, en az iki personel gerekiyor. Yani tatil yapmak için İstanbul'dan ve günlük yaşamdan kaçtığınızı zannederken, o yaşamın bütün külfetlerini beraberinizde taşyorsunuz. Ve bu evleri senede en fazla iki ay kullanabilirken, bunlara 12 ay bakıp, masraf ediyorsunuz. Hani dünyayı gezdiklerini zannedip, dünyaya yayılmış Amerikan otel zincirlerini gezen Amerikan turistleri vardır ya. Bodrum'da görkemli evler yaptıran varlıklı Türkler'in durumu da bundan farksız. Ben bu durumun daha abartılmışını, Bebek'te rıhtımlara bağlı yat boyu motorlarda da görürüm. Belli ki, bunlara sahip olacak kadar varlıklı kişilerin, bunlarla gezip keyfedecek kadar boş vakitleri yoktur. Yolda arabayla gezerken, bu teknelerdeki mürettebatın sofralarını kurup, patronlarının arada bir gelmesini beklediklerini hep görürüm. Eskiden bu yatlar, Mavi Yolculuklar, ulaşım iletişim imkanları yokken, İstanbul'un varlıklıları Büyükada'da yaz tatili yaparlardı. Ama her sabah vapura binip şehirdeki işlerinin başına giderlerdi. Neticede yaz tatilini, onların eşleri ve çocukları yapardı. Ada'da motorlu araç olmadığı için de "Büyükada'nın yükünü, erkekler ve eşekler taşır" denilirdi. Şimdi de aynı durumun bir başka versiyonu Bodrum'da uygulanıyor. Hafta sonu ve hafta baş uçakları tatile gelip, işe dönen erkeklerle dolu. Neticede ben, iki oda bir gözlük tatil sığınağımda, pazar günü cezaevi avlusunda güneşe çıkarılıp "Toprak, güneş ve ben bahtiyarım" diyen Nazım Hikmet kadar bahtiyarım. Üstelik benim güneşim, toprağa değil denize yansıtıyor sıcaklığını.
|