|
|
Senaryo sıkıntısı çekenler için!
Kısa bir tarih yolculuğuna var mısınız? Öylesine işte; şu "Şehr-i İstanbul"da, her saat başı konu sıkıntısı çektiğini söyleyip duran sinemacılara ve her saniye başı ekranlara "dizi dizi" dizi dizen(!) ama doksandan dönüp diz üstü aşağı düşen kimi televizyon yapımcılarına "hoş bir sada" niyetine! Bir de "tarihin ayrıntılarında ne çok şey gizli" diyen ustaların yüzü suyu hürmetine. Tabii ki bir cumartesi sabahında "sıradışı bir yaşam, şaşırtıcı bir hikaye" okumaya hevesli siz okurların hatrına!
*** Çok değil, daha beş altı ay önce Şam'da, kuş uçmaz kervan geçmez bir köşedeki mezarının dibinde öylesine durmuş; "İşte, orada 'Son Sultan Vahdettin' sahipsizce yatmakta!" demiştim.. Evet evet, terk edilmiş, üzerini adam boyu otların sarıp sarmaladığı "bir garip mezar"dı onunkisi... Ömrünün son yılları gibi! Şaka değil, köklü bir imparatorluğun son padişahıydı Vahdettin ve gerisi laf-ı güzaftı!.. 1920'lerin başında, Saray'ı, tahtı, Saltanat'ı, İstanbul'u terk etmiş, bir bilinmeze doğru yola çıkmıştı Vahdettin... Sonra... Beş parasız ve sürgünde bulunduğu İtalya-San Remo'da, kiracısı olduğu bahçeli bir evde yaşama veda etmişti; 15 Mayıs 1926.. Ancak, Vahdettin'in cenaze telaşı ve nerede toprağa verileceği tartışılıp dururken, evin geniş avlusuna haciz memurları gelivermişti.. Çünkü, mahallelinin bakkalı, manavı ve pek çok esnaf, kaç zamandır biriken alacaklarını tahsil edebilmek için tabuta haciz koydurmuştu..(!) 15 gün rehin kaldı Vahdettin'in tabutu.. Ve 16'ncı günde, Fransa'dan kızı Sahiba Sultan geldi, elinde kalan tek serveti, küpesini, teslim etti haciz memurlarına.... Anlaşma yapıldı ve "cenaze" "Son Sultan"ın vasiyeti üzerine, eski bir Osmanlı kentine, Şam'a gönderildi ve o "köşe"ye gömüldü; hep orada kaldı!.., İşte, ben, kendime, hem çok uzak, hem çok yakın hissettiğim bu yaşanmışlıkla ayrılıp dönmüştüm Suriye'deki o mezar başından! Derken.. Önceki gün, sevgili dostum Emin Karaca'nın "150"likler" adını verdiği kitabı düştü masama. Başlığıyla birlikte, içeriği de son derece ilginç bu kitabı bir çırpıda okudum. Cumhuriyet'in kuruluş yıllarında, aralarında gazeteci, yazar, asker ve kimi devlet adamının da bulunduğu 150 kişilik muhalif grubun "Meclis kararıyla sürgünleri"ni anlatıyordu 150'likler. Okumanızı, hatta, kaynak olarak kullanmanızı öneririm, bu ayrı bir mesele....
*** Ancak, sayfalar arasında gezinirken "iki öykü" dikkatimi çekti. 150'likler içinde Refik Halit Karay, Refii Cevat Ulunay, Rıza Tevfik gibi yakın tarihin bilinen isimlerinin yanı sıra, "Son Sultan" Vahdettin'in kayınbiraderi Kaymakam Zeki'yle, Vahdettin'in Şeyhülislam'ı Mustafa Bey ve yine Vahdettin'in "vali"lerinden Gümülcineli İsmail de vardı. Onların da sürgün yeri San Remo'ydu ve sürgünde de "son sultan"larının dizi dibindeydiler!. Ama bakın nasıl, 32 kısım tekmil-i birden, "Dallas" dizilerine taş çıkartırcasına!, Takvim yapraklarına bir not düşerek! Şimdikilere(!) rahmet okutarak! Vahdettin'in kemiklerinin daha erken çürümesine neden olarak(!) ve sızlatarak! Aşağıda, kutu kutu özetleyerek!
|