Sermaye piyasasında devrimin önemi
2001 krizi ekonomi için bir milat oldu. Krize kadar giderek artan biçimde borçlanmayla döndürülen ekonominin çarkları durdu. Borçlanmanın sonu geldi. Deniz bitti. Yaşanan banka krizi de geçmiş dönemde yapılan sınırsız borçlanmanın yol açtığı krizdi. Borçlanma hortumu kesilince ve enflasyon düşürülmeye başlanınca devlette vergi gelirlerini arttırmak, özel sektörde özsermayeyi güçlendirmek hayati önem kazandı. Borç değil ama özsermaye biçimindeki para, herkese çok daha gerekli oldu. Bankalarda sermaye sorunu hala sürüyor. Devlet vergi gelirlerini artırmaya çalışıyor. Özel sektör ise henüz güçlü bir özsermaye yapısına sahip değil. Onun için de uluslararası rekabette zorlanıyor. Şirketlere, bankalara, sermaye koymak için, hatta devletin vergi gelirlerini artırması için, kârlı bir ekonomik ortam gerekli. Bunun yanında özsermayenin sağlanacağı, uzun vadeli fonların elde edileceği bir sermaye piyasası da gerekli. Herşey canlandı- Ama sermaye piyasası da 2000 yılından bu yana yeni fon yaratamıyor. Ciddi anlamda halka arzlar yapılamıyor. Ekonominin canlanmasına, sanayi üretiminin ve kapasite kullanım oranlarının rekor düzeye çıkmasına karşılık bu yapılamıyor. 30 yıldan beri devam eden yüksek enflasyonun tek haneli rakamlara indirilmesine rağmen yapılamıyor. Türkiye'de mali piyasaları domine eden Hazine faizlerinin reel anlamda üçte bir oranında düşmesi bile bu piyasayı canlandıramıyor. Döviz kurları Cumhuriyet tarihinde ilk kez bu oranda ve bu kadar uzun süreyle düşmesine karşılık sermaye piyasasında bir canlanma olmuyor. Türkiye'de en uzun vadeli, en büyük ve likiditesi en az yatırım aracı olan gayrimenkul piyasasının canlanmasına ve hisse senedi piyasasının bu piyasaya paralel gitmesine rağmen borsadan tık yok. Uluslararası konjonktür çok uygun olmasına, gelişmekte olan ülkelere sermaye akmasına, Türkiye'deki hisse senedi stokunun yaklaşık yarısının yabancıların elinde bulunmasına rağmen geçmiş dönemde beklenen canlanma bir türlü gerçekleşmedi.
Bundan sonrası- Şimdi enflasyon tek haneli rakamlara indi. 10'dan 1'e düştü. Artık enflasyon düşüşünden elde edilecek fazla bir getiri yok. Döviz kurları reel anlamda da düştü. Daha da fazla düşmesi cari açık krizine yol açabilir. Burada da ilerlenecek fazla bir mesafe yok. Reel faizler yüzde 10'lara inmiş. Buna karşılık dünyada genel bir faiz tırmanışının başındayız. Uluslararası likidite daralmış. Faiz düşüşünden de bundan sonra elde edilebilecek fazla bir rant yok. Yabancılar, geçmiş iki yıldaki çok uygun konjonktürde Türkiye piyasasına kısmen yatırım yaptılar. Endeksin yaklaşık bir katlık artışında rol oynadılar. Ama AB heyecanı dahil pek çok beklenti onları Türkiye piyasasına ancak bu kadar getirebiliyor. Türkiye 1980'li yıllardan sonra ilk kez siyasi istikrarı yakaladı. Mali piyasalar bunun rantını 2002 Kasım- 2004 Nisan dönemini kapsayan 1.5 yıllık sürede yedi. Bu siyasi istikrara rağmen sermaye piyasası bu durumda ve yenilecek siyasi rant da kalmadı. Borsa canlanmadı- Türkiye'de ve Türkiye ekonomisi ile mali piyasalarında pek çok şeyin olması, değişim yaşanması, olumlu mesafeler alınması bir türlü sermaye piyasasına yansımadı. Çünkü bünye hastalıklı. Piyasaya yatırımcı güveni yok. Hastayı ameliyat yapmadan, bu güveni yeniden canlandırmadan piyasanın bir yere gideceği yok. Halbuki, ekonominin, özel sektörün, özelleştirmeyi gerçekleştirmek isteyen kamu kesiminin canlı bir sermaye piyasasına her zamankinden daha fazla ihtiyacı var. 2001 krizi sonrası para her zamankinden daha değerli. O da ancak sermaye piyasasında var. Kurulmak istenen sermaye piyasası platformunun, yapılacak ameliyatın ve piyasa devriminin önemi de burada. Bilmem anlatabildim mi? Sonuç- "En fazla ileriye giden ok en çok geriye çekilmiş yaydan çıkar..." Çin Atasözü
|