Akademik hilafet
Yaklaşık yirmi gün önceki 'Ankara'yı Azerbaycansızlaştırmak' başlıklı yazımda bu kardeş ülkeye ve insanlarına karşı gittikçe yaygınlaşan küçümseyici, hatta aşağılayıcı tutuma dikkat çekmeye çalışmıştım. Pek çok resmi veya sivil Azerbaycan vatandaşı yankı verip teşekkür ederken 'bir dokun bin ah işit' misali kahır dolu şikayetler dile getirdi. Bu durum, söz konusu yazımda da belirtmeye çalıştığım gibi 'stratejik bir hastalık' idi ve şahsen yapabileceğim fazla bir şey yoktu. Ancak yakınmalar içinde en fazla üzüldüğüm, Türkiye'de misafir öğrenci olan Azeri gençlerin karşılaştıkları muamelelerdi. Aslında bu çocukların feci şekilde incitildiklerini başka pek çok yolla izleyen biri olarak fazla şaşırmadım. Kahredici olan çaresizliğimdi. Ne var ki, bir kısım insanımız için bu tür şikayetlere ilk tepki olarak biçilecek yafta hazırdır: -Meşhedi abartısı! Doğrusu Avrasya toplumlarının hemen tamamında övgülerin de, şikayetlerin de pek mübalağalı şekilde dile getirilmesi yaygındır. Bu mübalağacılık üstüne de mübalağalı menkıbeleri vardır: -Bizim memlekette öyle gemiler vardır ki kendi gider, kalır kaptanı.. -Bizim memlekette öyle pehlivanlar vardır ki kat kat etsen koparır urganı.. Daha neler.. Onun için, her türden mağdurun yankısını fazlasıyla ciddiye alan bir yapıya sahip olmama rağmen böyle şikayetlere ihtiyatla yaklaşmaya çalışırım. Ancak, İzmir'den yazan ve daha sonra telefonla arayan Azeri öğrencinin feryadı, içerdiği özel haksızlıkların yanında Türkiye'nin sosyal bir afetini de çarpıcı bir biçimde yansıttığı için hafızamda ve notlarım arasında rahatsızlık verici bir yer edindi. Bu sosyal afet kayırmacılık.. Ege Üniversitesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatı bölümünde okuyan Leyli Rasulova, ablası Fidan Rasulova ile birlikte hemen her ders aşağılandıklarını ve 'Burada ne işiniz var, gidin kendi ülkenizde okuyun' diye taciz edildiklerini anlatarak çaresiz kaldıklarını ve dönmeye hazırlandıklarını söylüyorlar.. Şimdi biz de, o eğitim kurumundaki hocaların ve yetkililerin yerine diyelim ki: -Bu kızlar abartıyorlar. Derslerinde başarısız oldukları için bahane üretiyorlar.. Hadi diyelim ki gerçek budur. Lakin bu durum, devlet üniversiteleri başta olmak üzere bütün resmi dairelerde yandaş ve akraba kayırmacılığında en ufak bir gerileme işareti bulunmadığını gizlemez. Sözünü ettiğimiz yer dahil, devlet üniversitelerinde kürsülerin büyük bir bölümünün, neredeyse 'aileler arası dayanışma derneği'nden farkı yoktur. Orada baba hoca, burada kızı yardımcı hoca. Şurada anne profesör, oğlu doçent.. 'Babanın kemali değil malı evlada miras kalır' kuralı tersyüz olmuş: -Anne ve baba kilimlerini de, bilimlerini de kızlarına veya oğullarına miras bırakabilir! Çağın en büyük Türkiye buluşu budur: 'Yüksek kariyer genini kopyalayıp aşılama sistemi' keşfedilmiş, böylece işini bilen hocalar evladını akademik halife yapma imkanına kavuşmuşlardır. Bugünün fiili kuralı 'ekber evlat' sistemi gibi: -Hocanın büyük oğlu veliahttır.. Oğlu yoksa yeğenine sıra gelebilir..
|