21 gram
Bağdat Caddesi'nde meydana gelen ve ekmek parası peşinde koşan bir taksicinin ölümüyle sonuçlanan trafik kazası dünkü manşetimizdi. Aslında oluşum koşullarına bakınca buna pek kaza demek mümkün değil. Alkol, aşırı hız, insan yaşamına değer vermeme, şımarıklık gibi birçok unsurun bir araya gelmesiyle işlenmiş bir cinayet adeta. Failin kimliğine bakınca böyle bir olaya karışması beklenmeyecek iyi bir aile çocuğu. İyi eğitimli, özel bir üniversitede okuyor. Yaşıtı pek çok gencin gıpta ile bakacağı bir yaşamı var. O şimdi bir zanlı. Demir parmaklıklar arkasında adaletin tecelli etmesini bekliyor. Hukuk sistemi onu yargılayacak ve bugünkü Ceza Yasası sistemi içinde ölenin yakınları için çok da tatmin edici olmayacak bir ceza verecek. Peki bu genç kendi vicdanında nasıl bir hesaplaşma yaşayacak? Öldürdüğü taksici gece rüyalarına girecek mi? Geride kalan eşi ve çocuklarının geçimlerini nasıl sürdüreceğini düşünecek mi? Öldürdüğü bu taksici yüzünden cehennemi bu dünyada, ruhunda yaşayacak mı? Halen sinemalarda gösterilen 21 Gram filmi bu konuyu ayrıntıyla işliyordu. Ölümlü bir kazaya karışan bir insanın yaşamının nasıl alt üst olduğunu çarpıcı bir biçimde işliyordu. Yaşadığımız bunca çalkantı arasında vicdani duygularımız ve acı çekme hissimiz de kayboldu herhalde. Yoksa özenle yetiştirdiğimiz gençlerimiz böylesine pervasızca direksiyon başına geçip insanları hoyratça öldürebilirler mi? Bir genç, çocuklarına üç kuruş daha para götürebilmek için çırpınan birini öldürdükten sonra gazetecilere nasıl "Ben terörist değilim. Sadece adam öldürdük" deme cüret ve terbiyesizliğini gösterebilir. Daha fazla para, daha lüks araba, daha farklı marka peşinde koşturduğumuz bu gençler insani duygulardan nasıl bu kadar uzaklaştı. Sadece yolların kalitesi, ceza ve polis korkusu mudur Batı'yı trafik sistemi açısından daha yaşanılır kılan, yoksa orada yaşayanların başka insanlara, yaşam hakkına duyduğu saygı mı? Daha modern, daha Batılı, daha zengin olmak isterken, daha az insan, daha az duygusal, daha saygısız bir nesil mi yetiştirdik dersiniz. Daha iyi yaşam koşullarını elde etme peşinde koşturduğumuz çocuklarımıza, insan hayatına saygıyı öğretme konusuda nasıl bu kadar ihmalkâr davrandık acaba. Bir taksici öldü. O şimdi trafik kazasında ölenler istatistiklerinde bir sayı. 2004 yılı içinde ölen bilmem kaç bininci kurban. Tepkilerine bakılırsa, olayın failleri için de öylesine istatistiki bir rakam. Onun çocuklarını, eşini, umutlarını fark etmediği apaçık ortada. Öldürdüğü adamdan çok kendi başına gelenlere üzüldüğü aşikâr. Böyle bireylerden oluşan bir toplumda, trafik sistemi laçka, cezalar da çok yetersiz olunca arabasının yanında duran insanların acımasızca öldürülmesi adeta teşvik ediliyor. İstanbul, olmayan trafik düzeni, olmayan trafik polisleri, süs için konulmuş trafik işaretleri, insanların giderek daha az uyduğu trafik lambalarıyla, yaşam kalitesi açısından AB standartlarından giderek uzaklaşıyor. İnsanlara sadece kaybettikleri yakınlarının ardından çaresizce gözyaşı dökmek kalıyor.
|