| |
Bürokrasi ne derse o oluyor
Türkiye'de, seçilmişlerin bile diş geçiremediği bir bürokratik yapı var ve bu yapı, "tamamen teknik" bir hale getirilinceye kadar mücadele ve sancılar devam edecek. Şimdi hali ile bürokrasi "siyasi" bir güç niteliğinde. Belirli bir ideolojisi de var. Sadece bir "parti"leri yok, bütün fark bu... Ama ellerinde "imza yetkisi" var. Bir de mevzuat silahı!
Önemli bir gösterge Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Yekta Güngör Özden, "Ordu'nun artık göreve gelmesi gerektiğini" savunan Türk Solu dergisinde yazılar yazıyor. Yargıtay Cumhuriyet eski Başsavcısı Vural Savaş, İP'nin yayın organlarında yorumlar yapıyor. DGM eski Başsavcısı Nusret Demiral ise milliyetçi bir dergide köşe yazarlığı yapıyor. Yıllarca görev yapmış bu gibi isimlerin de elbette düşüncelerini açıklama özgürlükleri var. Fakat durum şu ki, bürokratlar sadece "teknik adamlar" olmayıp, siyasi ve ideolojik olarak da vücut buluyorlar.
DGM'ler gitmiyor 12 Eylül askeri idaresinde, "aydın fikirli" öğrenci ve öğretim üyelerini "yola getirmek" için ihdas edilen DGM'lerin, çağdaş hukuk devleti ile bağdaşmadığı cihetle artık tarihe karışması gerektiği biliniyor. Ülkedeki "siyasi havanın terkibine" göre, güya teröre karşı techiz edilmiş bu mahkemelerde neredeyse yargılanmayan kalmamış, en sonunda da etini satan zavallı yabancı kadınlar bile soluğu DGM sanık sandalyelerinde almaya başlamışlardır. DGM'lerin kaldırılması yönünde ortaya konulan siyasi iradeye, en büyük itiraz yine bu mahkemelerin yargıç ve savcılarından geldi. Demek ki, "teknik hukuk adamları", siyasi irade ile bilek güreşi yapabiliyorlar. Ve galiba bu güreşi kazandılar da, çünkü DGM'ler, tabela değiştirerek çalışmaya devam edecekler.
Kamu iheleleri 2004 yılının ilk 4 ayında imzalanan kamu ihalelerinin dökümü açıklandı. 4 ayda işleme konulan kamu ihalelerinin toplamı yuvarlak hesap 5 katrilyon lira... Yani 3.5 milyar dolar... Bütün yıl için düşünürsek, yine tahmini olarak 12 milyar dolarlık bir ihale sektörü meydana çıkıyor. Geçenlerde iptal edilen 12 milyar dolarlık askeri ihaleler bunun içinde değil... Devletin patronluğunu, ellerindeki imza yetkileri ile "bürokratlar" yürütüyor.
YÖK bürokrasisi YÖK tartışmasının yankıları henüz dinmedi. Üniversite hayatını, akademik yaşamı ve bilimsel performansı "teknik olarak" düzenleyip yönetmesi beklenen YÖK bürokrasisinin, hükümet ile giriştiği politik ve ideolojik kavgayı hep birlikte seyrettik. YÖK'ten beklenen, üniversitelerin daha özerk hale getirilmesi, daha özgür bir üniversite yaşamının oluşturulması ve bilimsel kriterlerin, politik kriterlere galebe çalmasının savunulmasıydı. YÖK bürokrasisisin üniversiteler üzerindeki despotizmini tartışmayanların, lalikliği ve demokratik öğrenimi ne kadar umursadıkları şüphe sebebi değil midir, peki?..
Devlet aristokrasisi Bürokrasi, yasalar çerçevesinde sadece işini yürüten "teknik güç" haline getirilmedikçe bu kargaşa bitmez. Köprü inşa eden bir mühendis, nasıl işini ideolojik ve politik olarak değil de, tamamen teknik olarak yapmak zorundaysa, bürokrasi de öyle yapmak zorunda. Direnmek veya yönlendirmek için, elindeki mevzuata bile takla attırmayı maharet haline getirmiş bürokratı, "teknik adam" olarak kabul etmek mümkün müdür? Dinamik Türkiye'nin yükselme ve ilerleme arzuları ile devlet aristokrasisinin statüko direnişi bugünün birinci çatışma alanının oluşturuyor.
|