500 yıllık azınlık
Museviler, bu toprağın, bu tarihin bir parçası. 500 yıldır kültürümüzün, yaşamımızın önemli bir parçası olan Musevi Cemaati'nin tamamen eriyip yok olmaması için elimizden geleni yapmamız gerekir diye düşünüyorum.
Dün öğle yemeğini Mehmet Barlas, Ahmet Hakan ve Şule Talu ile birlikte Musevi Cemaati temsilcileriyle yedik. Yemekte İsrail-Filistin sorunundan, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğine kadar birçok konu ele alındı. Yüzyılın başında sayıları 200 bini bulan Musevi vatandaşlarımız, ekonomik kriz, idari yanlışlar, İsrail devletinin kurulması gibi nedenlerle hızla erimiş. Verdikleri rakamlara göre, bugün Türkiye'de sadece 25 bin Musevi vatandaşımız var. Onlar, Musevi inancında olan Türk vatandaşları. Zaten masaya oturunca ilk sıkıntılarını bu şekilde dile getirdiler. Musevi oldukları için doğrudan İsrail vatandaşı gibi görünmekten rahatsız olduklarının altını özenle çizdiler. İsrail'e gönül bağları olduğunu, orada akrabalarının yaşadığını belirtip "Ancak Musevi cemaatinin büyük çoğunluğunun birinci bağlılığı Türkiye Cumhuriyeti'nedir" dediler. Museviler'in hâlâ terör korkusuyla yaşadığını anlatan cemaat yetkilileri, hükümetin kendilerine karşı tutumundan çok memnun olduklarını dile getirdiler. İstanbul Emniyeti'nin en küçük isteklerini bile anında yerine getirdiğini, hükümetin kendilerine Türkiye'nin zenginliğinin bir parçası olarak baktığını anlattılar. Bomba olayları sonrası hastanelerin kendilerine karşı sıcak tutumlarını anlata anlata bitiremediler. Bu hastanelerin tedavi ücretlerini ödeme taleplerini kabul etmediğini, sembolik bir ödemeye razı olduklarını ifade ettiler. Musevi cemaati, sayıları az ama etkisi büyük bir grup. Amerikan Kongresi'nde Ermeni tasarısı gündeme geldiğinde anında Washington'a gidip lobilerini harekete geçiriyorlar, Avrupa Birliği üyeliği için aktif olarak devredeler. Türkiye'nin yakın tarihinde uğradıkları haksızlıkları küçük bir kaza olarak görüyor, acıyla gülümseyerek anımsıyorlar. Okulları ve sinagogları ile ilgili ciddi sorunları var. Sinagoglara milyarlarca liralık elektrik faturası geldiğini, bunların bellerini büktüğünü söylüyorlar ve ekliyorlar; "Biz varlıklı görünen bir cemaatiz ama çoğunluğumuz kıt kanaat geçiniyor. Varlıklıların sayısı sınırlıdır. Bu ibadet yerlerini ayakta tutmak kolay değil." İsrail konusu gelince farklı görüşler ortaya çıkıyor. Biz sıkıntıyı kendi açımızdan dile getiriyoruz. Anti-semitik görünmeden, davranmadan İsrail'in son dönem siyasetine karşı çıkmanın gerekliliğini anlatıyoruz. Ama burada dikkatle çizmemiz gereken bir sınır var. İsrail Hükümeti ve onun bugün izlediği politika, bütün İsrail vatandaşlarının görüşünü yansıtmıyor. Sonunda sivil hedeflerin vurulmasına karşı çıkan İsrailli pilotlar oldu. İsrail Adalet Bakanı hükümetin Gazze'de izlediği siyaseti sert bir dille eleştirdi. Bunlar İsrail'de olanlar. Türkiye'deki Musevi Cemaati, İsrail Hükümeti'nin izlediği siyasetin sorumlusu olarak görülmekten rahatsız en temelde. Kendilerinin İsrail'e gönül bağları dışında bir bağları olmadığını hep dile getiriyorlar ve "Burada doğduk, burada öleceğiz. Çocuklarımız burada büyüyor. İsrail'e öfkenin bize yönlendirilmesi yanlış" diyorlar. Onlar son dönemde fanatik terörün hedefi olmuş bir dini azınlık mensupları. Azınlıklara giderek daha az hoşgörü gösteren bir dünyada azınlık olmak kendi başına zor. Ancak dünyadaki bütün kötülüklerin kaynağında onların inancını gören ve bunu silah yoluyla çözmeyi amaçlayan kimi fanatiklerin bolca var olduğu bir coğrafyada azınlık olmak elbette daha zor. Sohbetimiz esnasında koca İstanbul'da bir tek Koşer lokantası olduğunu öğrenince hayretim bir kat daha arttı. Museviler, bu toprağın, bu tarihin bir parçası. Müslümanlar gibi içlerinde daha inançlarına bağlı olanlar, sekülerler, fanatikler var tabii ki. Ancak 500 yıldır kültürümüzün, yaşamımızın önemli bir parçası olan Musevi Cemaati'nin tamamen eriyip yok olmaması için elimizden geleni yapmamız gerekir diye düşünüyorum.
|