Ne desem ki...
Öğretimin engebeli yollarındaki "kader" sınavlarına gireli epey olmuş. Üstelik sadece iki sınava girmiştim; 6 yaşında yatılı ilkokula girerken, bir de sadece üç üniversitenin ekonomi bölümlerini yazdığım ve beni ilkine taşıyan üniversite sınavı. Elbette ikisi de "kaderim"de etkili oldu. Esas olarak birincisi. Kişiliğimin ve deyim yerindeyse, ruhumun oluşmasında. İkincisi ise, beynimin dolmasında ve o kişiliğin tercihlerinin belirlenmesinde. Ama öğrendiğim ve hissettiğim her şey de onların eseri değil. Hem çok deneyimli, hem pek çağdaş sayılmam bu meselede. Pervin Kaplan'ın "stres ve gerilim"e karşı işi bilenlerden aktardığı tedbirleri bilebilecek uzmanlığım da yok. Şu anda beni "stres"e sokan da tam bu mesele.
*** Uzmanların dedikleri, her dönem, her çocuğa, her aileye "mantıklı" öneriler. 2.5 milyon dolayında çocuk ve genç... 2.5 milyon ayrı insan hikayesi ve yapısı. Ama sınavın, hepsi o kapıya eşit koşullarda gelmişçesine yaptığı muameleye benzer şekilde, uzman taktikleri de "soyut" çocuklara, gençlere yönelik. Elbette, tek tek her birine özel ne söylenebilir ki böyle mecralarda. Ancak, her biri bir ev, bir aile, bir umut, bir hayat ve çok somut. Dolayısıyla, o somut insanlara, soyut taktik verme cüretim yok. Hiç tanımadığım Ayşe'ye, Mehmet'e, Emre'ye, Zeynep'e ve ötekilere "dünyanın sonu değil ya" demek gelmiyor içimden bir türlü. Hiç tanımadığım annelerine, babalarına; imkanlarını, umutlarını, hayallerini ya da umutsuzluklarını hiç bilmediğim ailelere, "çocuklarınızın, sınav sonucu ne olursa olsun, gözünüzden düşmeyeceğini, sevileceğini ve değerli olacağını anlamasını sağlayın" da diyemem kolay kolay. Bunu hep tekrarlamak isterim de, bir sınav vesilesiyle damdan düşer gibi nasıl ahkam keseyim. Bir sürü anne, baba o sınavların "başarısız" saydığı çocuklarını çok seviyor zaten. Bir sürü çocuk ya da genç de, "dünyanın sonu olmadığını" biliyor ama, bu tür sınavların kaybedenleri için "dünyanın başlangıcı"nın nerede olacağını da bilemiyor.
*** Öyle ya; şu liseye girebilirsen, üç, beş yıl sonra, üniversite kapısındaki 2 milyon genç arasında nispeten şanslı olacağına dair bir güzergah var. Güzergah öyle kesin garantiler de taşımıyor üstelik. Bir hesaba göre, üniversiteye girmeyi "başarmışlar" da dahi, bu "başarı"nın, istediği yer, girdiği bölümün iş umutları ve o işteki mutluluk gibi kriterler açısından "umut ve mutluluk katsayısı" yüksek olabileceklerin sayısı 30 bin kadar. "Dünyanın sonu" saymamamız gereken sınav, "başka türlü dünyalara ilişkin hayallerin sonu" sayılıyorsa resmen, ne diyebileceğiz. "Bill Gates" ve benzerleri ne kadar teselli olabilir, bilmiyorum. Onların iş hayatında başarılı ve zengin olduklarını biliyorum da, Psikolog Ayşe Altan'ın dediği gibi "mutlu" olup olmadıklarını bilmiyorum. "Başarısız" bir öğrenim yolculuğunun tesellisi, başarılı, mutlu ve zengin bir işadamı olmaksa, bu sınavlara giren ve giremeyen milyonlarca çocuk yanmış zaten.
*** Gördüğünüz gibi bende pek öğüt yok. Ama her halükarda hayatı sevmenin, ona asılmanın, öz güvenin ve hayata, insana dair sonsuz merak ve öğrenmenin, insanı daha insan, dünyayı daha umutlu kılacağına dair inancım var. Sınavlı ya da sınavsız.
|