"Dipsiz medya"nın kara sularında...
Dipsiz Kuyu, içinden bir zamanlar "Dipsiz Medya" diye kitap da çıkardığı üzere, medya meselelerine en çok dalan sütunlardan biriydi. Belki yoruldu, sıkıldı. Eh bir de herkes özgürlükçü, etikçi olunca. Medya sızıları baki kaldı, ama medya yazıları azaldı. Lakin, bugün üç mesele.
*** Vakit gazetesi, "müstear" imzalı bir yazıdaki "onbaşı bile olamayacakların general olduğu ülke" ifadesi üzerine, 312 generalin açtığı davada, davacı sayısından ötürü, 900 milyar liralık tazminata mahkum oldu. Bazen bu sütundan alıntı yapsalar da, Vakit ile görüşlerim, meslek anlayışım pek çakışmaz. (Misal, geçenlerde birisi Eurovision yazmıştı, aman Allah! Ben diyeyim felaket, sen de "ırkçı"!) Ama, eleştiri hakkını savunurum, hakaretin de yaptırımı olmasını kabul ederim. Fakat suç ve ceza ile davalı-davacı kimliklerinde adaletin terazisi olmalı. Gazetenin "Sadece 2 general söz konusuydu" demesi kafi bulunmamış olabilir. Yine de, bu meblağlar, "hakaret cezası"nın ötesinde, bazı yayınlar için ölüm cezasıdır. "Hakaret" ile "eleştiri"yi karıştıran gazeteciler olduğu gibi, hukukçular, mahkemeler de olabilir ve bu emsal, "basın ve eleştiri özgürlüğü" üstünde kılıç, altında sehpa gibi sallanabilir. "Emsal" olmaması bile ciddi sorundur; başkalarının benzer "müştekilikleri"nde aynı ölçüde ceza verilmemesi de adaleti sarsar. Olayın vahim uzantısı ise şuydu: "Basın özgürlüğü"nü temel dert edinen, "gazetelerin yaşatılması için" mücadele eden, "ağır tazminat cezalarının basın özgürlüğünü vurduğunu" durmadan belirten "Dünya Gazeteler Birliği" WAN, İstanbul'da toplanıyor. Ev sahipleri, WAN'ın yönetim birimlerinde de bulunan Aydın Doğan ile Ertuğrul Özkök. Ancak, yönettikleri Hürriyet, o dava için, "Generallerin tazminat zaferi" gibi, "haberi veren" değil, "yüksek tazminata sevinen" bir başlık atabildi. İşte bu, "WAN ilkeleri"ne kökünden aykırı!
*** Gerçek Hayat'tan Hakan Albayrak da, daha önce bir gazetede yazdığı yazıyla hapse girdi. Bir iddiayı araştırmadan "Atatürk'ün cenaze namazının kılınmadığını" yazmış, sonra da "yanlış olduğunu öğrendiğini" belirterek özeleştiri yapmıştı. Ama ilk yazı, "Atatürk'ün hatırasına alenen hakaret eden.." diyen kanunla suçlu bulundu ve Albayrak birkaç gün önce içeri girdi. Önce, bu kanunun da "tek parti"den kalmadığını, "Bayar-Menderes- Demokrat Parti yapımı" olduğunu bilelim! Sonra da, bir devrin özel şartlarında çıkmış kanunun bugün ne kadar "adil" olduğunu, sübjektif olarak nerelere çekilebileceğini, hakaret ile eleştiri sınırının nasıl çizileceğini, yanlışını düzeltene cezayı tartışalım. O arada, "geçmiş olsun" diyeyim. Üçüncü mesele, biraz duygusal. Milliyet'in "Öğretmenevine göbeği açık olan alınmadı, içeriden çarşaflı çıktı" haberiyle "müthiş" tartışma yaşandı. Çarşaflının kadın olduğu, ama içeriden çıkmadığı, bahçeden transit geçtiği anlaşıldı. İnsanların canına mal olan nice habere layık görülmeyen bir "doğruluk" seferberliğiydi! Düzmece diye suçlayanlar yanılmıştı, "içeriden çıktı" diyen gazete de yanlış yapmıştı. Olabilir. Hepimiz yanlış yaptık. En vahimi, başında genel yayın yönetmeni, onca müdürü ve 1999'da şahsi ısrarımla ihdas edilmiş "ombudsman"ı mevcut eski gazetemin haberini "teftiş" için, sahibinin, öteki büyük gazetesinin başındaki Özkök'ten müfettiş tayini istemesiydi. Hürriyet müfettişi, bir zamanlar "Hürriyet'i satın alan gazete" olan Milliyet'in haberini denetlemişti! Duygusalım ya, en çok, Milliyet'i yöneten ve hazırlayanların bunu nasıl hazmedebildiğini merak ettim! Bir de, Hürriyet'in yanlışlarını Milliyet'in mi teftiş edeceğini.
|