|
|
|
|
|
Kalecik Karası efsanesi sönüyor
|
|
Kalecik Karası şaraplarının ortak özelliği, Türkiye'nin pahalı şarapları arasında yer almaları. Ancak tüketiciler son örneklerde giderek aradıklarını bulamamaya başladılar
1993 yılındaydık. Şarap ve kültürünü öğrenmek için kurduğumuz Şarap Dostları Derneği'nin bir etkinliğinde ilk kez tanıştık Kalecik Karası üzümü ve ondan yapılan şarapla. Tattığımız 1989 yılı rekoltesi şarap, henüz bebek sayılacak, yani bağların ilk ürünüydü ve piyasaya çıkarılamayacak kadar az miktarda yapılmıştı. Ancak farklı bir şarap olduğu hemen hissediliyordu. Henüz gençken bile kırmızı meyve aromaları açısından zengindi ve tadı da güzeldi. Aslında Kalecik Karası yeni bulunmuş bir üzüm çeşidi değildi. Ankara'nın Kalecik ilçesi civarında Cumhuriyet öncesinde özellikle Ermeniler tarafından işlenen bu üzüm, Ermeniler'in bölgeden ayrılmalarından sonra Tekel'in girişimleriyle ününü sürdürdü. Ancak 1970 yılında, üzümlerin en büyük düşmanı filoksera hastalığı Kalecik civarında hızla yayılınca, bağların tümü kuruyup yok oldu.
İşte bu dönemde Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi ve Kavaklıdere Şarapları kurtarılabilmiş tek tük omcalardan, iğneyle kuyu kazar gibi yepyeni bağlar oluşturdular ve Kavaklıdere ilk kez 1989 yılında bu bağlardan aldığı üzümlerle Kalecik Karası'nı işledi. İlk zamanlar parayla satılmayan bu şarap, ileriki yıllarda da çok az miktarda üretilebildiği için adeta bir efsane haline geldi. Şarapseverler, Fransa'daki Burgonya bölgesinin nefis Pinot Noir üzümüne benzettikleri Kalecik Karası'nın bir şişesine ulaşmak için Kavaklıdere'den tanıdıklar aramaya başladılar.
EN İYİSİ 5-6 YILLIĞI Zamanla Kalecik Karası bollaştı. Ancak yine de Kavaklıdere dışında başka şarap üreticileri Kalecik Karası üzümünü pek bulamıyorlardı. Ama onlar da edindikleri Kalecik Karası fidelerini değişik bölgelere dikerek şanslarını denediler. Bugün Kapadokya'dan Denizli'ye, Trakya'ya kadar değişik yerlerde Kalecik Karası bağları var. Kuşkusuz buralardaki bağlar da üzüm veriyor, bu üzümlerden şarap da yapılıyor. Ama Kalecik ilçesi ve civarının, iklimi, arazi yapısı, toprak özelliklerinin tümünü ifade eden "terroir"ı ile bu bölgelerinki aynı değil. Nitekim, şarapların nitelikleri de aynı olamıyor. 2001 yılında, tam 11 Eylül günü, televizyonda New York'daki facianın canlı görüntüleri yayınlanırken, rahmetli Tuğrul Şavkay, Mehmet Yalçın ve ben Kavaklıdere'nin Ankara Akyurt'daki tesislerinde ilk rekolte olan 1989'dan, o günlerde piyasaya çıkan son rekolte olan 1999'a dek, 10 yıllık şarap örneklerinin dikey tadımını yapmıştık.
Bu sayede, şarabın en mükemmel haline 6-7 yıl bekletildikten sonra geldiğini söyleyebilmem mümkün. Bugün piyasada bulunan belli başlı Kalecik Karası şaraplarını da geçtiğimiz ay Mehmet Yalçın ile birlikte tattım. Bu şaraplar arasında büyük kalite farkları var. Kavaklıdere hâlâ en iyi Kalecik Karası şaraplarını üretiyor. Ancak ne yazık ki bu şarap piyasaya çıkarıldığı yıl tüketiliyor ve kimse yıllandırmayı düşünmüyor. Ayrıca Pamukkale'nin Cabernet Sauvignon ile harmanlanmış şarabını da oldukça tatmin edici buldum. Kavaklıdere ise Kalecik Karası'nı başından beri başka üzüm çeşidiyle karıştırmadan, "mono sepaj" olarak işlemeyi sürdürüyor.
Bugün piyasada bulunan Kalecik Karası şaraplarının ortak özelliği, Türkiye'nin pahalı şarapları arasında yer almaları. Ancak tüketiciler son örneklerde giderek aradıklarını bulamamaya başladılar, daha uygun fiyatlı ve daha kaliteli şaraplar arayışı içine girdiler. Böyle devam edecek olursa, başlangıçta haklı olarak ünlenen, çok zarif şaraplara imzasını atabilen Kalecik Karası tüketicilerin gözünden düşecek, sıradan şaraplar veren üzümler arasında eriyip gidecek.
|
|
|
|
|
|
|
|
|