|
|
|
|
|
Yiyeceklerin genlerini ellemeyin!
|
|
Çoğumuz genleri değiştirilmiş organizmaların ucube yaratıkların dünyaya gelmesine yol açabileceğini düşünüyor. Şimdilik bu kanıtlanmış değil. Ama güzelim doğal yiyecekler dururken, laboratuvarda genleriyle oynanmış gıdalara ne gerek var?
Gazetecilik mesleğine yeni başladığım yıllarda zaman zaman geleceğe ilişkin öngörü haberleri hazırlardık. Henüz insanoğlunun yeni yeni uzaya açılmaya başladığı yıllardı ve uzay çalışmalarından esinlenerek dünyamızın gelecekteki beslenme biçiminde sofraya oturup yemek yeme yerine tüm ihtiyaçlarımızın bir takım haplarla giderileceği öne sürülürdü. Bu haberleri yaptıkça, "inşallah ben o günleri görmem", diye içimden geçirirdim.
Çok şükür o kadarını görmedim. Ama o günlerden bu yana çok şeyler değişti. Geçen hafta medyada çıkan bir haber, veriliş biçimiyle okuyanları dehşete düşürecek nitelikteydi. Biliyorsunuz, Brezilya'nın Paranagua limanında demirleyen bir gemide 30 bin ton "genetik olarak değiştirilmiş" soya fasulyesinin bulunduğunu haber alan Yeşil Barış Örgütü militanları gemiyi basmış, yükün limana boşaltılmasını engellemişlerdi. Haberin ilerleyen satırlarında yükün zararsız olduğu saptanınca geminin yoluna devam ettiği belirtiliyor, fasulyelerin hedefinin Türkiye olduğu öne sürülüyordu. Son yıllarda gen teknolojisindeki gelişmeleri, insan vücudundaki tüm genlerin haritasının çıkarıldığını, yakın zamanlara kadar ancak bilimkurgu romanlarında karşılaşacağımız türden fantezilerin birbiri ardından gerçekleştiğini duyuyoruz.
Brezilya'dan yola çıkan gemideki soya fasulyelerinin ülkemizde ucube yaratıkların dünyaya gelmesine yol açabileceğini düşünenlerin çoğunlukta olduklarını tahmin ediyorum. Aslında "Genetik olarak Değiştirilmiş Organizmalar (GDO)" tanımının ardında nelerin bulunduğunu tam olarak bilemediğimiz halde, yine de ardında kötü bir şey bir yattığını düşünürüz. İnsanoğlunun yerleşik düzene geçtikten sonraki hedeflerinden biri, gıda ürünlerini yeterli miktarlarda ve kaliteli biçimde üretmek olmuştu. Bu amaçla aşılama ve ayıklama yöntemlerine dayalı bir sistem geliştirdiler ve bu sayede yeni bitki ve hayvan türleri oluştu. Mayalar ve bakteriler gibi çeşitli mikro organizmalar da çok erken dönemlerden beri kullanıldı. Bu işlemlere "geleneksel biyoteknoloji" deniyor.
GENLERİ DEĞİŞMİŞ 90 BİTKİ VAR Son 10 yıldır dünyanın gündemine gelen "gen teknolojisi" binlerce yıllık geliştirme ve üretim yöntemlerinin daha ileri boyutlara taşınması olarak nitelendirilebilir. Gen teknolojisi yöntemleriyle tek tek bazı olumlu özellikler bir organizmanın içine yerleştirilebiliyor yada buradaki istenmeyen bir özellik yok edilebiliyor. Geleneksel teknolojilerle arasındaki fark, bu değişimlerin çok çabuk ve çok daha etkili biçimde gerçekleşmesi. Yine son teknolojiler sayesinde bir organizmanın kalıtsal özellikleri başka bir türe de taşınabiliyor.
Örneğin bir bakterinin bir genini bir bitkiye aktararak, bu bitkinin kendi türünde bulunmayan bir proteini üretmesi sağlanabiliyor. Bugün dünyada genetik olarak değiştirilen 90 farklı bitki türü tescil edilmiş ve üretimlerine izin verilmiş. Bunlar arasında gemiyle Türkiye'ye doğru yol aldığı söylenen soya fasulyesi de var. Gen teknolojisini savunanlar, bu modern yöntemlerle dünya insanlarının açlıktan korunabileceklerini öne sürüyorlar. Nitekim daha şimdiden yeryüzünde 800 milyonu aşkın insan açlıkla savaşıyor. 2025 yılına kadar, o günlerde sayıları 8.5 milyarı bulacak dünya nüfusunu gerektiği gibi doyurabilmek için gıda maddeleri üretimini bugünkünün iki katına çıkarmak gerekiyor.
Asya, Afrika ve özellikle Çin, genetik olarak değiştirilmiş temel gıda ürünlerine büyük önem veriyor. Aslına bakılırsa, bugüne dek yapılan araştırmalarda, bu tür gıda ürünlerinde sağlığı tahdit eden bir yan bulunabilmiş değil. Yine de, açlıkla mücadele eden toplumların dışında kalanlar bu teknolojiye kuşkuyla yaklaşıyorlar. Kendi hesabıma ben de genleriyle oynanmış gıda maddelerinden uzak durmayı isteyenlerdenim. Herşeyden önce, ortada binlerce yıldır bilinen, tanınan, lezzetleri en mükemmel düzeye ulaştırılan ürünler varken, daha dirençli olduğu öne sürülen genleriyle oynanmış ürünleri niçin yemek gerektiğini anlayabilmiş değilim. Ayrıca bugün için bir zararının saptanamaması, bu ürünlerin gelecekte, uzun süreli tüketilmesi sırasında sakıncalar doğurmayacağı anlamına da gelmiyor. Doğada binlerce yılda gerçekleşen değişime insan bünyesi uyum sağlayabiliyor ama birkaç yıl içinde tümüyle farklı bir yapıya kavuşan şeylere vücudumuzun uzun vadede nasıl tepki vereceğini bilmiyoruz.
Teknoloji fantezileri laboratuvar ortamında yaşamın gerçeklerine dönüştürüle dursun, yaşamında tek sorunu açlıktan korunmak, karnını doyurmak olmayan kişiler bu kadar teknolojiye tepki duyuyor. Yine mesleğe başladığım yıllarda sözü bile edilmeyen organik gıdalar, doğal ürünler kolay kolay taraftar bulamayacağını sandığım ülkemizde de her geçen gün daha çok rağbet görüyor. Pek çok kişi yakında piyasaya çıkarılacağı söylenen, genleri değiştirilerek antibiyotiğe, aşılara dönüştürülmüş muz yiyerek sarılık, sarı humma gibi hastalıklardan korunmaya, yine laboratuarda kolera aşısı haline getirilen patateslere hiç sıcak bakmıyor, yapay gübresiz, tarım ilaçsız, hormonsuz meyve ve sebzeleri tercih ediyorlar. Yıl 2004.
Bizler bugün hızla üzerimize gelen teknoloji ürünü yiyeceklerden elimizden geldiğince uzak durabilme şansına sahibiz. Ya gelecek kuşaklar ne yapacak? Onların genleri değiştirilmiş gıdalara dudak bükme lüksü olacak mı? Hiç sanmıyorum. Teknolojik gelişmenin, ekonomik verimliliğin karşısında romantik direnişlerin mümkün olmadığına inanırım. Kapımıza gelecek soya yüklü gemiyi belki geri çevirebiliriz. Ama yoğurtlarda, ekmeklerde, mayalarla, gıda aromalarıyla, nice ithal gıda ürünleriyle genleri değiştirilmiş maddeleri farkında olmaksızın yemeyi sürdürdüğümüzü bilelim. Bunların miktarının da her geçen gün artacağından şüpheniz olmasın.
|
|
|
|
|
|
|
|
|