| |
|
|
Dualizm toplumda olur ama devlette olmamalıdır!
İşimiz zor... Bir yandan "Farklılıklar zenginliğimizdir" diyoruz. "Anadolu Mozaiği"nden, "Çok Seslilik"ten övünerek söz ediyoruz. Bir yandan da, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e aktarılan "Dualizm"den yakınıyoruz. Son olarak bu konuyu, Radikal'de, Prof. İlhan Başgöz işledi. Doğrudur... Yeniçeri ile Nizam-ı Cedit yan yana olamamıştır. Medrese ile üniversite, iki farklı bilim anlayışını temsil etmiştir. Şimdi de imam hatipler ve klasik liseler arasındaki ikilemi tartışmıyor muyuz? Aslında, bir gerçeği kabul etmeliyiz. Eğer nihai hedef, çoğulcu ve özgürlükçü demokrasi ise, bırakın dualizmi, pluralizmi de içimize sindirip, kabullenmek zorundayız. Burada temel ayrım, galiba, "Devlet" ve "Toplum" olgularını yerli yerinde değerlendirirken yapılmalıdır. "Devlet"te, dualizm veya (iki başlılık) olmaz, olmamalı. Devlet, bütün farklılıklar karşısında, yasaların (daha doğrusu hukukun) sağladığı eşitliği korumalıdır. Dili, dini, ırkı, cinsiyeti ne olursa olsun, TC vatandaşları, devletin karşısında eşittir. Bu vatandaşların ödediği vergilerle sağlanan kamu hizmeti de, her kesime eşit ölçülerde götürülmelidir. İşin teorisi bu. "Toplum"a gelince, durum farklıdır. Anayasal düzeni ve genel toplumsal istikrarı yaralamamak şartıyla, toplumdaki kesimler ve bireyler, ister dualizmi, isterlerse pluralizmi gerçekleştirirler. Ama bizde durum, bu tablonun tam tersi biçimde yansıyor. "Devlet" için dualizm, kalıcı bir düzendir. Devlet hem laiktir, hem Sünni Müslümanlar'a Diyanet hizmeti verir, hem de Devlet Bütçesi'nden ayrılan ödenekle, resmi okullarda imam yetiştirilir. Devlete göre eğitimde temel ilke "Tevhid-i Tedrisat"tır. Ama askeri okullar, polis okulları ve benzer idari-mesleki okullar, Milli Eğitim sisteminin dışındadır. Buna karşı devlet, toplumun tekdüze olmasını ister. Etnik farklılıklar, inançlardaki farklılıklar, sosyo politik farklı bakış açıları, devlet için "Tehlikeli" olgulardır. Bir kişinin eyleminden ötürü, üye olduğu parti, Anayasal düzeni zorla değiştirmek istediği gibi gerekçelerle, kapatılabilir. Ama Devlet, kendisi doğrudan müdahale edip, hem anayasayı lağvedebilir, hem de TBMM'yi kapatabilir. Bu tablo, gerçekte böyle değil mi? Şimdi Türkiye'nin önünde, bu tabloyu değiştirmek için tarihi bir fırsat var. Buna "AB Hedefi" veya "Kopenhag Kriterlerine Uyum" diyebiliriz. Eğer bu hedefe ulaşabilirsek, asıl problem yaratan Dualizm, yani Devlet ile Toplum arasındaki uyumsuzluk giderilebilecektir. Devlet, yasaların ve kamusal kaynakların herkese ve her kesime, ayrıcalık olmadan, hizmet yoluyla aktarılmasını sağlayan bir mekanizma olacaktır. Devletin temel görevlerinin, güvenliği, adaleti, hukukun üstünlüğünü, özgürlükleri gerçekleştirmek olduğu bilinecektir. Sonuçta toplum rahatlayacak, farklılıkların "tehdit" biçiminde algılanmayacağı bilinecek ve devletten sadece "Gerçek Suçlular" korkacaktır. Devletin, dinden, siyasetten, ideolojilerden elini çektiği, toplum mühendisliğinin rafa kaldırıldığı bir hedef var önümüzde. Bu hedefi dağıtmamalıyız.
|