| |
Yaşamı zorlaştırmak için size benzemeyeni anlamayın!
Geçen yüzyılın ikinci yarısına kadar biz Türklerin, Avrupa'lılar tarafından "Tanınmamak" gibi bir imaj sorunumuz vardı. Örneğin 1950'lerde ve 1960'ların başında, Avrupa üniversitelerinde okuyan Türk delikanlılarının en büyük eğlencesi bulundukları ülkenin genç kızlarına "Bil bakalım, ben hangi millet- tenim" sorusunu yönetmekti. Bir Türk genci, Avrupalılara bu soruyu sorduğunda, hep aynı kararsızlığı yansıtan cevaplar gelirdi: - Sen İtalyansın... - Sen Yunanlısın... - Sen Lübnanlısın... - Sen İspanyolsun... Bir tane Avrupalı'nın aklına "Sen Türksün" demek gelmezdi. Türkleri tanımazdı Avrupalılar. Yurt dışına seyahat, bir mutlu azınlığın imtiyazıydı. Yurt dışındaki Türkler de, Batılı giysileri içindeki "Kentli Türkler"di. Derken 1960'lardan başlayarak, "Misafir İşçi" Türkler, Avrupa kentlerine akın etmeye başladı. Almanya'yı, İsviçre, İsveç, Hollanda ve diğer ülkeler izledi. İlk kuşak misafir işçi Türkler, İstanbul ve Ankara gibi büyük kentlere uğramadan, Avrupa'nın kentlerine giden kırsal kesim insanlarıydı. Geleneklerini, törelerini, alışkanlıklarını ve giyim tarzlarını birlikte taşıyorlardı. O ilk dönem misafir işçilerinin durumunu, bir İsviçre'li profesör şöyle anlatmıştı. - Biz Türkiye'den işçilerin geleceğini sanıyorduk. Oysa bütün sorunları ve özellikleri ile insanlar geldi! İlk misafir işçi Türkler, bekar gittiler. "Heim" adı verilen yurtlarda, asker hayatı yaşadılar. Bütün dertleri para biriktirmek ve Türkiye'ye dönmekti. Almanya ile, sadece endüstriyel ilişki kurmak niyetindeydiler. Sonra "Yerleşmek" arayışları başladı. Ailelerini de getirmeye başladılar. Hanımlar, Batı toplumundan farklı kalabilmek için, erkeklerin de uyarıları ile, davranışlarını, giysilerini değiştirmediler. Büyük Avrupa kentlerinin marketlerinde, meydanlarında, pantolonun üzerine yeni aldığı etekliği giymiş, başörtülü kadınlar görülmeye başladı. Misafir işçi Türk tiplemesi ise, başına fötr şapka giymiş, bıyıklı ve sürekli sigara içen bir erkek değil miydi? Böylece, "Tanınmamak" şeklindeki imaj sorunu çözümlendi. Avrupalılar, Türkleri tanıdılar. Bir sanayici dostum anlatmıştı. İsviçre'de yaşayan bir Alman sanayicinin villasına, yemek davetlisiymiş. Davet eşliymiş... Bu anlattığım 1970'lerde olan bir şey. Bizim karı-koca davet saatinde gitmişler villaya. Evin erkeği onları karşılamış. Ama evin hanımı, onlara çok geç katılmış. Gecikmesinden ötürü özür dilerken, konuk hanıma şu gerekçeyi vermiş: - Kocam Türk misafirlerimiz var deyince, size uymak için, pantolonumun üzerine etek giydim. Ama sizi girerken bizim gibi görünce, elbise değiştirdim. Çünkü siz de bizim gibi, sadece etek giymiştiniz. Bu "İmaj" meselesi önemli mi, önemsiz mi bilemiyorum. Ama Türkiye'nin AB'ye kabul edilmesi konusunda eğer Avrupa kamuoyunda bir olumsuz eğilim varsa, bunun bir nedeni, mutlaka ilk kuşak misafir işçilerin bıraktığı "Bunlar bizim gibi değil" imajıdır. Bu da normaldir. Büyük kentlere ve özellikle İstanbul'a kırsal kesimden göç başlayınca, kentli Türkler de, biraz zorlanmadılar mı? - Halk geldi, vatandaşın huzuru kaçtı, diyenleri hiç duymadınız mı? Ve hala "Bazı Türkler"in, "Bazı Türkler"i siyaseten ve kültür açısından demokrasiye ehil görmediklerini duymuyor musunuz? Peki bütün bunlardan ne çıkar? Toplumsal ve siyasal ilişkilerin şifresini çözmek kolay değildir. Toplumun bir kesimi veya bazı milletler, kendileri gibi olmayanları anlamak yerine "Ben bunları kabul edemiyorum" diye olaya bakarlarsa, yaşam, herkes için çok zorlaşır.
|