| |
|
|
Kıbrıs'ta kâbus saatleri..
Kıbrıs gezim aslında hiç de iyi başlamamıştı.. Ben Türk Hava Yolları'nın uçtuğu yerlere başka uçakla uçmam.. Kim ne derse desin, bizimkiler en iyisi de ondan.. Saat uymamış herhalde.. Kıbrıs Türk Hava Yolları ile gittik.. İstanbul'da üç gün yokum. Olmayacağım günlerin işlerini düzene koymak için geç saatlere kadar çalışınca, akşam yemeğine zaman kalmadı.. "Uçakta bir şeyler verirler nasılsa" dedim.. Attım kendimi uçağa.. Bugüne dek gördüğüm en asık suratlı, en gergin hostes hanım, KTHY'nin akşam yemeği olduğu iddia edilen görünüşünden "Yenmez" olduğu belli, sadece soğuk etten ibaret naylon kutuyu kafama atar gibi uzattı.. Soğuk et sevmem, yiyemem.. Teşekkür ettim.. Ne bir ses, ne bir nefes.. "Özür dileriz, bundan başka şeyimiz yok.. Özür dileriz, size başka bir şey verebilir miyiz?.." daha aklınıza ne gelirse.. Hiçbiri değil.. Hostes hanım hatta memnun bir zahmet eksik diye yürüdü gitti.. Dönüşte bu defa öğle saatinde uçtuk.. Gene ayni çirkin görünüşlü soğuk et kutusu.. Demek böylesi ucuz oluyor.. Sabah akşam tek tip.. Peki et yemeyen yok mu bu dünyada.. Onlar ne yapar.. Neyse.. "Dayan" dedim, kendi kendime.. Dayanmak şeker hastası olunca zor.. Hiç başıma gelmedi henüz ama, aç kaldınız mı, kan şekeri pat diye düşer.. Ondan sonra, Allah korusun.. Kıbrıs Hava Yolları'ndan şikâyetin servis ve ikramların felaketinden de öte olduğunu daha sonra anlattılar.. Hiçbir şey doğru değilmiş.. Business Class'ı yokmuş. Ön sıralar kesinlikle satışa konmazmış. En erken de gelsen, sana arkadan yer ayırırlarmış. Ön sıralar sadece KTHY yöneticilerinin ve bilet satan kızların bildiği bir racon içinde tahsis edilirmiş.. Giderken ikinci, dönerken üçüncü sıradan yer verdiklerine göre benim racon fena değil.. Boş sıralar tespitim ilk yedi.. Arkalarda millet üst üste.. Bu ön sıralar son ana kadar boş.. Şirketin felaket hali kuruluşundan ileri geliyormuş.. Öyle dediler.. Yönetimin Kıbrıs'la pek alakası yokmuş.. Hisse çoğunluğu bizim tarafta olduğu için biz yönetiyormuşuz. Biz de böyle yönetiyormuşuz.. Son günlerde anlaşmaya varılmış.. Yönetim tamamen Kıbrıslılar'a devredilecekmiş. O zaman iyi olacakmış.. Olur inşallah!.. Ercan Havaalanı'na indik.. Son çıkışımda, Anadolu otobüs terminallerine benzeyen bir döküntü idi, Ercan.. Ben yeni Ercan'a ilk inenlerdenim.. Çok güzel bir terminal olmuş.. Beni Kıbrıs'a Girne Amerikan Üniversitesi davet etmişti.. Tutku Hoca ve gençler beni karşıladılar.. Yerim 5 yıldızlık tatil köyü Şato Lambusa'da ayrılmış.. Bindik arabaya.. Lefkoşe geride kaldı.. Girne'nin yanından saptık.. Git Allah git.. Işıklar bitti, renkler bitti.. Ortalık iyice loşlaştı.. Yani bilmeseniz "Yahu beni kaçırıyorlar mı" dersiniz.. Kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde durduk.. Sönük ışıklar, bomboş, insanı ürküten bir lobi.. Resepsiyonda bir kızcağız var.. Önce "Rezervasyonunuz yok" dedi.. Sonra "Aaa. Varmış" dedi.. Ben "Nereye düştük" diye geriden dehşetle izliyorum.. Tatil köyü, otel, her ne karın ağrısı ise yaşamıyor.. Ölü.. Hayalet, Drakula filmi falan çevrilir.. Birden "Yahu burda room servis falan da yoktur. Çocuklar beni bırakıp giderse, dağın başında kalırız" dedim içimden.. İyi ki demişim.. Kıza dedim ki, "Bana bir dilim ekmekle peynir bulabilir misiniz?.." "Vallahi bilmem" dedi.. Telefon etti.. Kılık kıyafeti dökülen biri geldi.. "Bulamayız" dedi.. "Aman Tutku Hocam, çıkalım bir yer bulalım, bir şeyler atıştırayım.. Hayati tehlike var" dedim.. Aynen çıktık.. Gide gide bir yol lokantası.. Karpuz, peynir, ekmek.. Oh be.. Dünya varmış.. Beni tekrar Şato Lambusa'ya bıraktılar.. Odama çıktım.. Oda değil, daire.. İki oda, salon, mutfak.. Bir ana yatak odası.. İki çocuk için ayrı bir oda.. Koca bir beşik.. Salonda şömine.. Mutfakta her bir şey var.. Kocaman bir buzdolabı dahil.. Bir köhne televizyon salonda.. Yatarken izleme şansın yok.. Yatmadan önce almam gereken ilaçlar var.. Buzdolabına doğruldum.. Yani irice minibar.. Kapağı açtım.. Fare düşse ölür.. Soğuktan değil, açlıktan.. Minibar bomboş.. Müşteri geliyor, insan bir şişe su koyar.. İşletmeci değil, insan.. O bile yok.. Susuz beş yıldızlık tatil köyü.. Ya da Kerbela.. Yani imkanım olsa, o an hem oteli, hem Kıbrıs'ı terk edeceğim.. Gece yarısı Allah'ın dağından nereye gidilir?.. Yatağa uzandım.. Daha doğrusu yatak olduğu iddia edilen nesneye.. Gacır gucur.. Yatak herhalde on yıl evvel, alınmış, bir daha da dokunulmamış.. Hani "Eski yatağınızı getirin, bilmem kaç milyona sayalım. Yenisini verelim" kampanyaları var ya.. Bu yatağı eski diye dahi almaz, on para vermezler.. Öyle dökülüyor.. Sabaha kadar saatler nasıl işkence içinde geçti, anlatmak mümkün değil.. Sabah erkenden odamdan fırladım.. İyi bir kahvaltı keyfimi getirebilir.. İndim salona.. Açık büfe olan yer bomboş.. Benden başka iki yaşlı konuk daha var. Orta masanın üzerine bir transistörlü radyo koymuşlar, Allah sizi inandırsın, abartıyorsam ne olayım, 5 yıldızlı tatil köyünde müzik öyle yapılıyor.. Geveze bir Kıbrıs FM DJ'inin geyik muhabbeti.. Şişman bir köylü kadın dolanıyor etrafta.. Servisi o yapıyor olmalı.. 10 dakika sonra önüme bir kahvaltı tabağı kondu, kusarsınız.. Kusar-sı-nız.. Bir lop yumurta.. Balık kokuyor.. İki dilim hıyar.. Pörsümüş.. Bir gün evvel soymuş birinin önüne koymuşlar.. Yememiş.. Ertesi gün benim önüme koyuyorlar, atmaya kıyamadıkları için.. Yanında iki ayrı cins peynir güya.. Onlar da öyle.. Kimbilir kaç gün önce dilimlenmiş, gelenin önüne sürülüyor. Kurumuş, buruşmuş, kokmuş.. Ben de yemedim.. Ertesi gün kimbilir kime gitmiştir, o iğrenç tabak.. Saatın dokuz olmasını zor bekledim.. Daha önce aramak ayıp olur diye.. Kıbrıslı kardeşim, can dostum, vefakâr ve cefakâr Ertan Birinci'yi aradım.. Lefkoşe'de oturur.. "Aradığınız kişiye ulaşılamıyor" anonsu.. Nasıl telefon elimde kalakaldım.. Hemen Yasemin'i çevirdim.. "Ne yap yap.. Ertan'a ulaş.. Beni buradan kurtarsın.." diyeceğim.. Meşgul.. Öldüm.. Yani anlayın nasıl bir felaketin içindeyim, meşgul sesine ölüyorum.. Tekrar ararken, telefonum çaldı.. Hazreti Hızır'ın kendisi ortaya çıksa, bu kadar sevinmem.. "Ertan ben Hıncal ağbi.." "Ertan hiçbir şey deme.. Hemen fırla, gel beni burdan al.. Şato Lambusa.." "Yarım saat sonra oradayım" dedi Ertan.. Nee?.. Yarım saat mi?.. Nasıl geçer yahu yarım saat daha.. Ama ne yapsın Ertancık.. Kaptan Kirk değil ki adam, kendini ışınlasın.. Lefkoşe'den Girne'ye oradan da tatil köyüne gelecek.. Neredeyse bir saatlik yol.. Yarım saat, uçmak demek.. Ertan değil, Cankurtaran.. Ambulans.. O yarım saat, yarım asır gibi geçti.. Tam kapıya mevzilenmiş oturuyor, giriş yolundan kedi geçse fırlıyorum.. Zaten başka şey de geçmiyor.. Resepsiyonda gece yarısı görev yapan kız var.. Ayni kız.. 24 saat o çalışıyor olmalı, bu dünya tenhası 5 yıldızlık tatil köyünde.. Birden omzumda bir el.. Ortalık öyle ıssız ki, zıpladım yerimden.. Ertan.. "Girişi bulamadım, arka kapıdan geldim" diyor.. "Sen gökten geldin Ertan, sen gökten geldin" dedim boynuna sarılırken.. Utanmasam hüngür şakır ağlayacağım.. Atladık arabaya.. Girne'ye doğru çıktık yola.. Yarın size, "Mucize"yi anlatacağım.. Gerçek Kıbrıs'ı.. Güzel Kıbrıs'ı.. Harika, muhte- şem Kıbrıs'ı.. Ertan'dan sonraki Kıbrıs'ı..
|